Nereye Bakıyor Bu Adamlar – Osman F. Seden (1976)

“Ne ifade ediyor bu? Aval aval bakan iki öküz, iki Allah’ın ayısı”

İçlerinden birinin beşik kertmesi olan kızı bulmak için İstanbul’a gelen iki taşralının, bir yanlış anlama sonucu polisten kaçarken, bir yandan da kendilerini bir reklam kampanyasıının ortasında bulmalarının hikâyesi.

Senaryosunu Ahmet Üstel’in yazdığı, yönetmenliğini Osman F. Seden’in yaptığı bir Türkiye filmi. Sinemamızın diğer ünlü isimlerinin de yer aldığı filmlerde (örneğin Ertem Eğilmez’in 1974 tarihli yapıtı “Salak Milyoner”) daha önce de birlikte yer almışlarsa da, hikâyenin asıl kahramanları olarak Zeki Alasya ve Metin Akpınar ilk kez 1975’de sinema perdesinde boy gösterdiler. O yıl vizyona çıkan dört ayrı filmin kahramanlarıydı Zeki – Metin ikilisi ve vizyona ilk çıkış tarihini baz alırsak, bunların ilki Aram Gülyüz’ün “Mirasyediler” adlı çalışmasıydı. Sinemamıza 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren damgasını basan ve en uç örnekleri ile porno türüne de bulaşan erotik filmler ve televizyon modası karşısında Yeşilçam’ın ayakta kalabilen nadir örnekleri komedi türündeki yapıtlar olmuştu. Alasya ve Akpınar ikilisi o dönemde peş peşe çektikleri filmlerle gişede belli bir gelir düzeyini yapımcıya garanti edebilen birkaç sanatçıdan ikisiydi. Tıpkı “Nereye Bakıyor Bu adamlar”da olduğu gibi popülerliğin sık sık sık yüzeyselliğe ve arada kabalığa ulaşan örnekleriydi bu filmler ve erotizm modasına da, oldukça edepli de olsa göndermeler de içeriyorlardı. Ahmet Üstel imzalı senaryonun bu unsurlara ilavesi ise iki alanda olmuş: Dönemin yoğun politik ortamı ve televizyonla birlikte hızla toplumun hayatına giren reklam filmleri. Sonuçta bir Zeki – Metin filmi izlemek isteyen ve ne ile karşı karşıya kalacağını bilenleri hayal kırıklığına uğratmayacak, içerik ve biçim açısından epey eksiği ve problemi olan ve komedimizin klasiklerinden biri sayılamayacak olsa da zaman zaman eğlendiren bir çalışma bu.

Filmin afişine erişmek isteyenler, ancak daha sonraki video, VCD ve DVD kayıtlarındaki kapak resimlerine erişebileceklerdir İnternet ortamında ama hem oyuncu kadrosu hem teknik ekip olarak tamamen aynı isimlerin yer aldığı ve yine 1976 tarihli bir başka bir film daha olduğunu da fark edeceklerdir. “Neye Niyet Neye Kısmet”tir bu filmin adı ve aslında aradıkları tam da bu filmdir. Film ilk çekilirken ve afişler hazırlanırken ismi budur filmin gerçekten de ama sonradan adı -çok daha doğru bir seçimle- “Nereye Bakıyor Bu Adamlar” olarak değiştirilmiştir çünkü. Yeni ismin doğruluğunun nedeni, hikâyenin ana objesi olan bir fotoğrafın ve onun esinlediği reklam kampanyası üzerine kurulu eleştirinin tam da onu sorması ve sordurtmasıdır seyirciye. İlk düşünülen isim ise oldukça yüzeysel ve hikâye ile hemen hiç ilgisi olmayan bir ifade olarak gerçekten de yanlış bir seçimmiş.

İstanbul ile ilk kez Haydarpaşa Garı’nda tanışan Zeki ve Metin (kendi isimleri ile oynuyorlar) ellerinde tahta bavulları ve sepetleri ile trenden indiklerinde amaçları burada işe girmek, köylüleri Mehmet’i bulmak ve Metin ile beşik kertmesi olan, Mehmet’in kızının (Meral Zeren) evlenmesini sağlamaktır. Ne var ki Haydarpaşa’da halkın gizlice fotoğraflarını çeken bir reklam ajansı çalışanının (Süleyman Turan) onları denize ve gemilere bakarken görüntülediği resim reklam ajansı sahibinin aklına bir fikir getirir ve ikilimiz reklam yıldızı olmaya doğru ilerlerken, olaylar da hiç beklenmedik bir şekilde gelişir.

Gardaki açılış sahnesinden başlayarak film kaba bir popülerlik olarak adlandırılabilecek bir komedi yaratmanın ve bunu siyasî sosla süslemenin peşine düşüyor, araya reklam sektörünün sembolü olduğu tüketim ekonomisi eleştirisini de katarak. Ahmet Üstel imzalı espriler ve diyaloglar senaristin en yaratıcı işleri arasına girecek düzeyde değil her zaman ve Yeşilçam’ın zaten pek de peşine düşmediği tutarlılık açısından da sık sık sıkıntı yaşanıyor. Mizah malzemesinin bir kısmı seyircinin kolayca tahmin edebileceği türden; örneğin İstanbul’a ilk kez gelen iki taşralının (köylü mü kasabalı mı oldukları konusunda bir ipucu vermiyor senaryo) o tarihlerde nüfusu yaklaşık 4 milyon olan bir şehirde karşılarına çıkan ilk kişiye “Memet Emmi”yi sormaları ile kendisini gösteren saflıkları veya denizi gören Zeki’ye “İstanbul’u su basmış galiba” cümlesini kurdurtan cahilliği hiç inandrıcı değil. Umumi tuvalete girdikleri anda seyircinin, o sahnenin mizahının neyin üzerine kurulacağını rahatlıkla tahmin edebilmesi (Neyse ki o sahnedeki cinsel gönderme kurtarıyor bu anları ama denizi anlayamayan bir vatandaşın gayet alışık bir şekilde yöneldiği pisuvarı kullanması hayli önemli bir tutarsızlık) gibi şaşırtmayan durumların yanında “Ameliyatta ölürsen, parmak izi kalmasın diye” ve “İdam mahkûmunun son isteği” gibi halk arasında bilinen esprilerin bir bakıma aşırılması gibi kusurları da var senaryonun. Üstel’in işin kolayına kaçtığı “popo dikizleme” gibi anları ise görmemezlikten gelmek çok daha hayırlı olur seyirci için.

Afişte ve jenerikte adı başrol oyuncusu gibi geçse de Meral Zeren’in oynadığı karakter aslında hikâyenin politik boyutu için bir araç olarak kullanılmaktan öteye geçememiş. Genç kadının Metin’e, adeta erotik filmlerdeki kadın karakterler gibi sırnaşıvermesi de hiç inandırıcı değil. Bu ve benzeri tutarsızlık ve gerçekçilik problemleri bolca var öyküde ama elbette ne seyircisinin ne de yaratıcılarının bu konuda bir sıkıntısı vardı bu filmlerin. Yine de, örneğin polisin bir cinayet şüphelisini başka hiçbir önlem almadan iki hastabakıcının gözetimine bırakıp gitmesi gibi absürtlüklere hikâyenin gelişimi açısından gerek kalmayacak şekilde çözümler üretil(e)memiş olması senaryo tekniği açısından hayli sorunlu ve bir parça da klasik Yeşilçam tembelliğinin uzantısı. Neyse ki Üstel’in mizah becerisini ortaya koyduğu başarılı ve eğlenceli anları da var filmin: “Yastıkla boğma” sahnesinde kulağımıza gelen ney müziği Yeşilçam’ın kendi klişeleri ile dalga geçebilmesinin kesinlikle komik ve doğru bir örneği olmuş. “İdam” sahnesi ise, Osman Seden’in filmin genelinden ayrı bir yerde durarak bu bölümün farklılığını daha net ortaya koyan görsel seçimleri, iki oyuncunun performansı ve karakterlerden birinin diğerini Yeşilçam’da pek görmediğimiz ölçüde satıvermesi ile filmin bir diğer parlak bölümü.

Dönemin popüler televizyon reklamlarını (Pirelli’nin “Sağlam Lastik” reklamı Terelelli adında bir silgi markası, İzocam’ın “Yöneticimiz Uyuyor mu?” reklamı ise İbocam markası için yeniden yaratılmış) eğlenceli bir şekilde tekrarlayan ve hatta makarna reklamı ile bugün de eğlencesini koruyan anlar yaratan filmde tüm bu sarkastik sahnelerin hikâye ile bir ilgisi yok ne yazık ki; dolayısı ile asıl olarak, alay edilen reklamların popülaritesinden yararlanmaya çalışan ve eleştirel davranmayı bırakın, öyle görünmeyi bile umursamayan bir yaklaşım var karşımızda. Buna karşılık, reklam şirketi sahipliği ile grevdeki fabrikanın sahipliği üzerinden ortaya konan kapitalizm ve onun tehlikeli silahı olan reklamcılık eleştirisi hayli önemli ve doğru. Aslında Üstel’in titiz olduğunda (belki de daha doğru bir ifade ile, titiz olmasına Yeşilçam düzeni imkân tanıdığında) neler yaratabileceğinin hayli parlak bir örneği daha var filmde: İki kahramanımızın, başlarını üzerinde kendi resimlerinin olduğu ve bir binanın ön cephesine asılı koca bir reklam afişinin içinden çıkardıkları sahne; doğru yazılan sahnelerde, zorlama tesadüflerin olumsuz etkisinin güçlü ve doğru bir mizahla nasıl yok edilebileceğinin parlak bir örneği.

Ödüllü yarışmanın cevabı ile ilgili mantıksızlığın örneği olduğu başka problemleri de dikkat çeken bir senaryosu olan filmde elbette asıl yük Zeki Alasya ve Metin Akpınar ikilisinin üzerinde. İki yıldız komedi ustası daha önce de canlandırdıkları ve sonra da defalarca tekrarlayacakları “saf, iyi yürekli ve sakar” karakterleri hakkını vererek canlandırmışlar yine ama Akpınar mimiklere hayli yüklenmiş görünen komedi unsurlarında Alasya’ya göre daha doğru ve sakin performansı ile bir adım öne çıkmış sanki. Bu bağlamda, filmin sözsüz komedi anlarında (duyguların ve sözlerin tamamen mimiklere yüklendiği anlar) korkulacağının aksine, sadece iki başrol oyuncusundan değil, diğerlerinden de parlak performanslar alındığı ve hatta bu tercihin filme bir orijinallik kattığı da söylenebilir rahatlıkla.

Dublaj sorunlarının da (ağız hareketi ile sesin uyuşması) olduğu filmin müziklerinin önemli bir kısmının sahibi olan Cahit Berkay’ın adının jenerikte yer almamasının nedeni, müzisyenin bir röportajındaki şu sözleri ile anlaşılır hâle geliyor: “Ben Fransa’dayım, burada sektör durmuyor tabi. Ya Zeki, Metin film çekiyor ya da Kemal Sunal film çekiyor. Fransa’da parasız kaldığım zaman Türkiye’ye gelir burada film müziği yapar, paramı kazanır dönerdim Fransa’ya, ama o zamanlar telif hakkı diye bir şey yoktu. Benim yaptığım bir film müziğini “Nereye Bakıyor Bu Adamlar”, “Kim Bunlar”, ne bileyim ‘”Kapıcılar Kralı” gibi ne kadar Zeki, Metin ne kadar Kemal Sunal filmi varsa kullanmışlar”. Melodileri arasında Cahit Berkay ile Moğollar grubunda altı yıl birlikte çalışmış olan Murat Ses’in “Dağ Çiçekleri” adlı enstrümantal parçasının da bulunduğu film, özetle söylemek gerekirse, Yeşilçam’a has tüm kusurları tekrarlamasına rağmen, o sinemanın sıcak komedilerinden hoşlananların keyifle seyredebileceği bir yapıt.

(“Neye Niyet Neye Kısmet”)

(Visited 284 times, 4 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir