Fransız yazar Alphonse Daudet’nin üç bölümde toplanan hikâyeleri. İlk kez 1873 yılında kitap olarak basılan öyküler (toplam 42 öykü yer alıyor kitapta) yazarın hem edebî üslubunun hem de dünya görüşünün iyi birer göstergeleri olmaları ile dikkat çekiyor. Monarşizm taraftarı olması ve Fransız Devrimi ile kurulan Fransız Cumhuriyeti’ne karşıtlığı ile bilinen yazarın özellikle ilk bölümde yer alan 26 öyküsü onun politik bakışının oldukça belirgin izlerini taşıyorlar ve Fransa ile Prusya arasındaki savaştan esinlenen içerikleri ile de sıkı bir milliyetçiliğin havasını taşıyorlar açıkçası. Paris’in kuşatılmasına da sahne olan ve 1870 ile 1871 arasında yaklaşık bir yıl süren savaşta yaşananlar, Daudet’ye kahramanlık ve ihanet temalı, savaştan manzaralar ve insan karakterleri sergileyen öyküler yazmak için kaynak olmuş. Bu bölümdeki öyküler, Alsace bölgesinin Almanlar’a kaptırılmasının verdiği hüznü de içeren dokunaklı eserler ve içerikleri ile Ömer Seyfettin’in özellikle Balkan Savaşı’nın öncesinde ve sonrasında yazdığı milliyetçi hikâyelerini hatırlatıyor.
Birinci bölümdeki 26 öykünün tümü (Fransızcanın öğretilmesinin yasaklanmasının neden olduğu hüzünden (“Son Ders”) bozguna uğrayan bitkin bir ordu sefalet içindeyken tek derdi bilardo partisi olan subay üzerinden ordu eleştirisine (“Bilardo Partisi”), ihanet içindeki karakterleri ele alanlardan (“Colmar Yargıcının Gözüne Görünenler”, “Hayırsız Zuhaf” veya “Casus”) savaştan etkilenen bireylere (“Anneler”, “Paris’te Köylüler”) uzanan tüm öyküler) yazarın Fransız milliyetçiliğini öne çıkaran satırlarını getiriyor okurun önüne. Zaman zaman epey doğrudan bir milliyeçilik de çıkıyor karşımıza: Örneğin “Bougival Saati” öyküsü bir Fransız saatinin Alman toplumunun düzenini nasıl bozduğunu mizahî ama aynı zamanda abartılı bir biçimde ele alıyor; benzer bir biçimde, “Tarascon Savunması” öyküsünde ise yeterince vatansever görmediği Fransa’nın güneyindeki halkı sert bir biçimde eleştiriyor Daudet. Ömer Seyfettin’in kaleminden çıktığı söylense bunu hiç yadırgamayacağınız “Sancaktar” öyküsü belki de yazarın bu bölümdeki eserleri ile neyi hedeflediğini en iyi anlatan örnek oluyor kahramanlık havası ile. Bu fazlası ile milliyetçi havaya ve hatta “Kervansaray” ve “15 Ağustos’ta Nişan Alanlardan Biri” öykülerinde bulunduğu gibi Cezayirlileri eleştirmeye (ve açıkçası ikinci öyküde aşağılamaya) kadar uzanan yaklaşıma rağmen, yazarın tüm bu öykülerde etkileyici bir hüzün havası yakaladığı açık ve içeriğin zaman zaman rahatsız ediciliğini de -her zaman olmasa da- unutturabiliyor satırları ile. Yazarın eleştirilerinden Paris komünü de payını alıyor elbette bu öykülerde (“Pere-Lachaise Çarpışması”, “Gemide İç Konuşma”).
İkinci ve üçüncü bölümdeki öyküler ise, sadece yazarın usta kalemi nedeni ile değil aynı zamanda içerikleri ile de önemli. Örneğin sürprizli sonu ile bir trajik olayı alışkanlığın verdiği kayıtsızlıkla karşılayan bir noter yazmanını anlatan “Bir Kayıt Yazmanı”, kahramanı işçinin “komünist” söylemlerine eleştiri getirme fırsatı olarak da yazılmış görünen “Arthur” veya bir oyun yazarının eserinin sergileneceği ilk gecede yaşadığı paniği anlatan “Bir İlk Gösteri Akşamı” gibi öyküler, daha gerçekçi olmaları ve sıklıkla da sıradan insanları sergileyen içerikleri ile öne çıkıyorlar. İki Noel öyküsü (“Marais’de Bir Öğle Yemeği” ve “İlahisiz Üç Ayin”) türünün özelliklerine uygun içerikleri (özellikle gizemli yanları ile) ile dikkat çekerken, dört ayrı yemek tablosunu anlatan “Yemek Tabloları” veya deniz kıyısındaki bir köyün yaşamından manzaralar sergileyen “Deniz Kıyısındaki Hasat” öyküleri gibi bir olay anlatmaktan çok, bir izlenimi okuyucu ile paylaşanlarının ağırlıkta olduğu bu 42 öykü içinde duyarlılığı öne çıkaran “Bir Kızıl Keklik Yavrusunun Yürek Çarpıntıları” ve masalsı yanı ile “Ayna” diğerlerinden farklı havaları ile ayrıksı bir yerde duruyorlar kitapta.
(“Contes du Lundi”)