Produkty 24 – Michael Borodin (2022)

“İnsan bu dünyaya acı çekmeye geliyor”

Orta Asya ülkelerinden gelen pek çok diğeri gibi çalışmak için Moskova’ya giden ama bir köle hayatının içine düşen Özbek bir kadının hikâyesi.

Özbek sinemacı Michael Borodin’in senaryosunu yazdığı ve yönettiği bir Rusya, Slovenya, Türkiye ve Almanya ortak yapımı. Borodin’in ilk uzun metrajlı filmi olan çalışma, köleliğin modern dünyada da devam ettiğini ve çoğunlukla görülmeyen, göz ardı edilen bu insanlık dışı uygulamanın neden olduğu sömürü ve trajedi düzenini sert ve karanlık bir gerçekçilikle anlatan ilginç bir film. Kendisi de, sinema okumak için geldiği Moskova’da bir süre yasadışı göçmen statüsünde yaşayan ve kargocu olarak zor bir yaşam süren Borodin’in kişisel tecrübelerini de yansıttığı film, seyirciye gözünün önünde sürüp giden insanlık dışı düzenin varlığını güçlü bir biçimde hatırlatıyor ve sert bir belgesele yakın duruyor anlatımı ile. Özbekistan’da geçen ve bu belgesel yaklaşımına yine yakın duran bölümlerin etkileyiciliği Moskova’da yaşananlara kıyaslara daha az güçlü olan (hatta yeterince etkileyici olmayan) yapıt, bir ilk film olarak oldukça başarılı ve Borodin’in gerçekçi ve dürüst yaklaşımı ile ayrıca önem kazanan bir çalışma.

Modern kölelikle ilgili çalışmalar yapan Walk Free adlı örgütün 2016’da hazırladığı “modern kölelik” listesinde Rusya sekizinci sırada yer alıyor; ilk üçte sıra ile Kuzey Kore, Eritre ve Moritanya’nın yer aldığı listede Türkiye ise beşinci. Rusya’da yaşayan yaklaşık 1.9 milyon kişi Walk Free’nin modern kölelik tanımına giriyor ve bunların da önemli bir kısmı Orta Asya ülkelerinden (Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan) gelenler ve Rusya’nın durumunu daha da vahim kılan unsurlardan biri de hükümetin bu sorunla mücadele etme arzu ve becerisinin oldukça düşük düzeyde olması. Kendisi de bir zamanlar Moskova’da kötü koşullarda yaşayan Özbek Michael Borodin tanık olduğu ve kendisininkinden çok daha kötü olan yaşamlardan yola çıkarak yazmış bu ilk uzun metrajlı filminin senaryosunu; öykünün merkezine bir Özbek kadını yerleştirmiş ve onun Moskova’daki kölelik yaşamını ve bu yaşamı seçmesine neden olan Özbekistan’daki koşulları sert bir gerçekçilikle anlatmış. Hikayenin kahramanı olan Muhabbet’i ilk kez bir sinema filminde rol alan Zukhara Sanzysbay’in canlandırdığı ve filmin yalın ve doğal atmosferine uygun performansı ile dikkat çektiği yapıtta Borodin, eski çağlardan beri var olan köleliğin biçim değiştirerek devam ettiğini gösteriyor bize.

Filmin ilk yarısı Moskova’da ve önemli bir bölümü de bir marketin içinde geçiyor. Zhanna (ilk ve tek sinema deneyimindeki Lyudmila Vasilieva) adındaki bir kadının sahibi olduğu bu küçük markette (ya da büyük bir bakkalda) Özbek erkek ve kadınlar çalışmakta, uyumak için de marketin depo benzeri bir arka odasını kullanmaktadırlar. Sadece iş ve yaşam koşullarının kötülüğü değildir onların hayatını dayanılmaz kılan; içinde cinsel olanın da olduğu farklı sömürülerin de kurbanıdır aralarında Muhabbet’in de olduğu bu Özbekler. Rus müşterilerin ırkçı söylemlerinin ve eylemlerinin de eklendiği bu zorlu koşulların egemen olduğu yaşamları zaman zaman hayli sert görüntülerle anlatıyor Borodin; ama tek bir sahne dışında doğrudan görüntünün kendisi değil sert olan. Borodin, görüntü yönetmeni Ekaterina Smolina ile birlikte, resmettikleri yaşamların dayanılmazlığını, öykünün ilk bölümünün geçtiği marketi tam anlamı ile boğucu, klostrofobik bir mekâna dönüştürerek yakalıyor bu sertliği. Oldukça sıkışık, içinde ancak kısıtlı hareket edilebilen, objelerin tüm o farklı renklerine rağmen “karanlığın” hüküm sürdüğü bir mekân yaratıyor film ve öykülerini izlediğimiz modern kölelerin yaşadıklarını tüm gücü ile bize de geçiriyor. Burada mekândaki malların veya diğer tüm objelerin oldukça farklı renklerde olduklarını ama ışıklandırma tercihleri sayesinde koyulaşan bu renklerin ortama en ufak bir aydınlık katamadığını vurgulamak gerekiyor. Bu bağlamda, ilgili sahnelerdeki görselliğin zaman zaman Fassbinder filmlerinde gördüğümüz türden bir havaya bürünmesi de dikkat çekiyor. Bu da oldukça doğru bir seçim; çünkü tüm hayatları o mekânda geçiyormuş gibi görünen karakterlerin karanlığının yapay renklerle aydınlatılmasının mümkün olamayacağını söylüyor bize. Sahnelerin, karanlığın yoğunluğunu daha da artıran bir yavaşlıkta ilerlemesi, kameranın dar açılı çekimleri tercih etmesi ve Muhabbet dükkândan ilk çıktığında dükkân içinde kalan kameranın dışarısını gözü kör edecek derecede parlak bir aydınlıkla resmetmesi de tutarlı seçimler ve seyirci açısından filme doğru görünen bir zorlayıcılık katıyor.

Market içindeki güvenlik kamerası görüntülerinin de tedirgin bir hava kattığı filmin ikinci yarısı ağırlıklı olarak Özbekistan’da geçiyor ve, Muhabbet ve benzer durumda olanları Moskova’daki modern kölelik yaşamına iten ve mecbur bırakan koşulları anlatmaya soyunuyor. Moskova bölümünün aksine önemli bir kısmı açık havada geçen ve aydınlık sahnelerle anlatılıyor Özbekistan bölümü ve temel olarak yoksulluk, işsizlik ve çalışma koşullarının zorluğu sergileniyor. Belki sinema olarak yeterince güçlü olmaması ve Moskova bölümünün gölgesinde kalması, ve anlatılanların beklenen türden olmasının etkisi bu bölümün gerekliliğini tartışmalı kılıyor açıkçası. “İnsan bu dünyaya acı çekmeye geliyor” cümlesini desteklemek adına çaresizliğin her yerde olduğunu söylüyor bu bölüm ama kurbanın yeni kurbanlara aracı olana dönüşmesini anlatmak için çok da gerekli değilmiş gibi duruyor yine de.

Muhabbet’in trajik durumu ile uygun olarak ve bu nedenle filmin gerçekçi yaklaşımı ile çelişmeyen iki “rüya sahnesi”nin öykünün doğal bir parçası yapıldığı çalışma, boyun eğmeye mecbur olmanın (“Her şeyinizi ben sağlıyorum. Yine de nankörlük ediyorsunuz. Pislikler!”) öyküsü bir bakıma. Bu düşsel sahnelerin sahip olmadığı ayrıksılık ise finalde çıkıyor karşımıza; topraktan sökülüp göğe yükselen bir binanın görüntüsü kuşkusuz o âna kadarki belgeselci gerçekçiliğinden farklı bir yerde duruyor ama Muhabbet ve onun gibi modern köle yaşamı süren herkesin “topraksızlığı”nın çok güçlü bir sembolü olmayı da başarıyor. Üstünkörü yapılmış bir tabut içinde ülkesine dönen bir insanın görüntüsü ne kadar gerçekçi ve güçlü ise, bu sahne de aynı gücü gerçeküstülüğü üzerinden yaratıyor. Resmî bazı güçlerin de bu sömürü düzeninin parçası olduğunu ve onların bir şekilde müdahilliği olmadan o düzenin süremeyeceğini gösteren yapıt ülkemiz için de karşılığı olan bir çalışma elbette. Zonguldak’ta ruhsatsız bir madende birkaç kuruş için çalışırken hayatını şüpheli şekilde kaybeden ve cesedi yakılarak yol kenarına atılan Afgan Vezir Mohammad Nourtani’nin bir tabut içinde de olsa, ülkesine insana layık bir şekilde dönemediğini hatırlamak bile tek başına kanıtı bunun örneğin.

2016’da Kazakistan ve Özbekistan uyruklu dört kadın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Rusya aleyhine bir dava açmış ve 2004 ile 2007 arasında yaşadıklarını anlatmışlardı. Bu davaya yansıyanlar Borodin’in filmindeki Muhabbet’in başına gelenlerden hiç de farklı değildi ve bu benzerlik de Özbek sinemacının yapıtının sert gerçekçiliğinin doğruluğunu kanıtlıyor kuşkusuz. Merak edenler için, kapanış jeneriğinde çalınan şarkının “horror punk” türünde müzik yapan Rus grup Korol i Shut olduğunu ve bu grubun da şarkı sözleri nedeni ile Rusya’daki muhafazakâr çevrelerin sert eleştirilerine maruz kaldığını ekleyelim ve filmin modern dünyadaki çok büyük bir sorunun resmini çizmesi ile önemli bir yapıt olduğunu belirtelim son olarak.

(“Convenience Store” – “Mahalle Bakkalı”)

(Visited 6 times, 6 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir