“Hadi öldür beni. Sonra da onlarla git. Olduğun kişiyi değiştiremezsin.”
Bir çete liderinin tetikçiliğini yapan adamın bir adamı öldürdüğü evde kör bir kadınla karşılaşması ile birlikte kendisini sorgulamasının hikâyesi.
Sinema kariyerlerini birlikte başlatan ve öyle de sürdüren İtalyan Fabio Grassadonia ve Antonio Piazza ikilisinin ortak yönetmenliğinde çekilen film Cannes’da Eleştirmenler Haftası bölümünün büyük ödülünü almış olan bir çalışma. Sanat sinemasına yakın duran tavrı, stilinin ve oyuncuların performansının başarısı ile dikkat çeken film, başlangıçtaki başarısını sürdüremese de ve hikâyesi vaat ettiği kadar farklılaşamasa da ilgi çekici ve ilgiyi hak eden bir eser.
Grassadonia ve Piazza ikilisinin bu ilk uzun metrajlı çalışmaları öncelikle tekniği ile dikkat çekiyor. Yine onlara ait olan ve yavaş ilerleyen hikâyeyi karşımıza getirirken pek çok sahneyi nerede ise gerçek zamanlı çekmekten çekinmeyen yönetmenler, örneğin tetikçinin gittiği evde cinayeti işlemesini, öldürdüğü adamın kör kız kardeşi ile karşılaşmasını vs. hiç acele etmeden gerçek zamanı ile aktarıyor bize. Yine bu sahnede yaptığı gibi olan biteni bazen görüntünün dışında tutarak sadece sesleri dinletiyor seyirciye. Bu seçimde baş karakterlerden biri olan kadının kör olmasına bir gönderme de var elbette. Önemli bir kısmı iç sahnelerle geçen filmde yönetmenler sadece doğal ışık kullanmışlar ve bunun neticesi olarak da film çoğunlukla “karanlık” bir havaya sahip; öyle ki karakterlerin dış sahneye çıktığı anlarda onlar gibi bizim de gözümüz kamaşıyor zaman zaman. Filmin varoluşçu bir havası da var baş karakteri üzerinden kendisini hissettiren. Salvo adındaki tetikçimizi filmin ilk anlarından başlayarak bir bireysel sorgulamanın içindeymiş gibi hareket ediyor ve kör kadınla karşılaşması ile birlikte bu sorgulamayı bir karara ve aksiyona dönüştürüyor.
İtalyan grup Modà’nın “Arriverà” şarkısını sıkça dinlediğimiz ve karakterlerin kimi davranışları üzerindeki etkisine tanık olduğumuz filmdeki “aşk hikâyesi” alışageldiğimiz türden de değil açıkçası. Ne adamın ne de özellikle kadının aşkı hissetme süreci seyirci için pek net gelişmiyor ve belki tam da bu nedenle adamın davranışının arkasındaki nedeninin aşktan çok içine girdiği sorgulama sürecinin kendisi olduğunu düşünmek gerekiyor. Karanlık sahnelerinin de etkisi ile klostrofobik bir yanı da olan filmin kısıtlı diyalogları ve Saleh Bakri’nin sert ve soğuk bir oyunla etkileyici biçimde canlandırdığı karakterinin yakın plan çekimleri (özellikle onun gözlerine odaklanan kamerayı ve kadının kör olduğunu düşününce, filmin görmek ile ilgili bir derdinin de olduğunu düşünmek gerekiyor sanırım) ile zaman zaman bir spagetti western havasına sahip olduğunu da söyleyelim ama o filmlerdeki kadar öne çıkan bir biçimsel yaklaşım yok burada.
Hikâyedeki mucize ve tetikçimizin arınma/kurtuluş/yeniden doğma gibi kelimelerle ifade edeceğimiz değişimi filmimizin bir yandan ilgi uyandıran ama öte yandan ilkinde bir yere bağlanmamış olması ile, ikincisinde ise yeterince üzerinde durulmaması nedeni ile arzu edildiği kadar güçlü olmayan öğeleri. Neyse ki bu anlarda Bakri’nin ve ona eşlik eden ve bu filmle sinemaya giriş yapan Sara Serraiocco’nun oyunları açığı kapatıyor. Serraiocco’nun özellikle evde birisnin olduğunu anladığı andaki sahnedeki oyunu, yönetmenlerin mizansen becerisi ile birleşerek gerçek bir keyif veriyor seyredene. Sıkı başlayan ve etkileyici bir sahne ile sona eren film hikâyesi boyunca en çok tekniği ile yakalıyor seyirciyi ama özellikle ikinci yarısında hikâyeyi nasıl ilerleteceklerine karar verememiş gibi görünüyor Grassadonia ve Piazza. Yine de bu film görüntü yönetmeni Daniele Cipri ile birlikte yarattıkları atmosferi ile her ikisi adına da bir başarı olarak kaydedilebilir kesinlikle. Umalım ki bir sonraki filmleri hikâyesi açısından da en az tekniği kadar doyurucu olsun.