“İnsanları güldürebilirsen onlara vurmak zorunda kalmazsın.”
Eski bir mahkum ile eski bir denizcinin tesadüfen başlayan ve gelişen arkadaşlıklarının hikâyesi.
70’ler Amerikan sinemasının o kendine has ve bu ülkenin sinema tarihinde farklı bir yerde duran, ve Avrupa sinemasından etkilenmiş örneklerinden birisi bu film. Amerikan sinemasının en parlak ve farklı dönemlerinden biri olan bu dönemde sıradan insanların hikâyesini anlatan, marijinallere yer veren ve düzeni şu ya da bu ölçüde sorgulayan filmler çekildi. Bu filmin de yönetmeni olan Jerry Schatzberg ise ardı ardına çektiği üç film ile (“Puzzle of a Downfall Child”, “The Panic in Needle Park” ve Cannes’da Altın Palmiye ödülünü alan “Scarecrow”) bu dönemin iz bırakan isimlerinden biri olmuştu.
Zaman zaman bir yol filmi havasını da taşıyan Scarecrow filminde iki baş oyuncu Al Pacino ve Gene Hackman birbirinden çok farklı iki karakteri ve aralarında gelişen dostluğu çok parlak bir oyunculuk ile canlandırıyorlar. Pacino’nun saf, konuşkan ve sıcak karakteri ile Hackman’ın insanlara güven duymayan sert adam karakteri ve bu iki farklı insan arasında oluşan sevgi ve güveni sıcak, duygusal ve inandırıcı bir biçimde aktarıyorlar bize. Tek çekimden oluşan uzun planlarda tüm doğallıkları ile keyifli bir ikili oluşturuyorlar ve doğaçlama izlenimini veren karşılıklı diyaloglarda samimiyeti sonuna kadar hissettiriyorlar. Filmin başarılı görüntü yönetimi ise bu dalın usta ismi Vilmos Zsigmond’a ait ve orta ve alt sınıflar arasında geçen filmde süslenmiş/tasarlanmış değil aynen aktarılmış karelerden bir gerçeklik duygusu yansıyor seyredene.
Filmin başındaki otostop için yolda bekleme sahnesi karakterlerimizin tüm özelliklerini başarı ile aktarırken süs havuzunda geçen sonlardaki sahne Pacino’nun karakterinin kırılganlığını daha hareketli bir kamera kullanımı ve serbest bırakılmış izlenimi veren oyunculuklar ile yine keyifli bir şekilde sunuyor. Fotoğrafçı kökenli yönetmen görüntüyü eserin ruhunun önüne geçirmeyen ama anlatımı destekleyen bir biçimde kullanmayı başarmış bu bölümlerde.
Temel olarak günümüz dünyasında kendisine yer olmayan “korkulukları”, bir başka deyişle kavgayı değil güldürmeyi seçen insanları anlatan filmde Hackman’ın sert karakterinin korkuluğa dönüşümünü anlatan bar sahnesi içerdiği sembolizm ve oyunculuklar ile filmin doruk anlarından birini oluşturuyor. Bir filin bile kemiklerini kırabilmekle övünen bir adamın striptiz/dans sahnesi zaten tanımı ile bir etkileyicilik taşıyor elbette ama burada önemli olan tüm bu sahnenin taşıdığı sahicilik duygusu. Sondaki dramatik bölüm olmasaydı da etkileyiciliğini kaybetmeyecek olan film bir çıkış arayan karakterlerinin dayanışması üzerinden tüm olumsuzluklara rağmen yine de karamsarlıktan uzak durmaya gayret eden yapısı ile de övgüyü hak ediyor ve seyredeni tüm kargalara karşı korkuluk olmaya davet ediyor.
(“Korkuluk”)