“Yaralar canavar yaratabilir ve siz de yaralısınız”
Akıl hastası suçluların tutulduğu bir hapishaneden kaçan bir mahkumu araştırmak üzere hapishanenin olduğu adaya gelen bir federal polisin hikâyesi.
Eserlerinin pek çoğu sinema ve televizyona uyarlanmış Amerikalı yazar Dennis Lehane’ın aynı adlı romanından çekilen filmin yönetmeni Martin Scorsese ve sanatçı romanın doğru sinemasal karşılığını bulmuş görünüyor. Ortaya çıkan profesyonel bir dil ile aktarılmış, bazı etkileyici sahneleri olan ama hikâyesini sürpriz finalde ortaya çıkan gerçeklerin de yeterince ikna edici kılamadığı gösterişli ve biraz yüzeysel bir film olmuş.
Güçlü bir sinemacı Scorsese ve o gücünü bu filmde de göstermiş ve başta görsellik olmak üzere kalitesi hayli yüksek ama bu kaliteyi oluşturan bileşenlerin her birinde sık sık klişelere başvurmaktan çekinmeyen ve bu nedenle de zaman zaman sıradanlaşan bir filme imza atmış. Farelerden Nazi bilim adamlarına, işkencelerden akıl hastalarına kadar film hikâye boyunca tüm klişeleri üzerimize boca edip duruyor ve geriye de yine de set tasarımları, dekorları, müziği ve görüntüleri ile kendisini seyrettiren yaklaşık bir 140 dakikalık macera kalıyor. Fırtına sahnesi ve sonrasındaki görüntüler, başta hapishane binası olmak üzere mekanlar, deniz ve fener gibi öğeler filmde ustalıkla kullanılmış ve seyircinin seyrettiğinin içine girebilmesini sağlamış görünüyorlar. Film bu hali ile özellikle kimi Gotik öğelere yer vermeleri ile bilinen korku/gerilim türünden örnekleri ve hatta Roger Corman filmlerini bile çağrıştırıyor ama kuşkusuz Corman filmlerinin çok daha yüksek bütçelilerini. İki polisin adaya seyahati ve orada karşılanmalarını gösteren açılış sahnesinden gerçek bir olayı anlatan ve İkinci Dünya Savaşı sonunda bir kampta teslim olmuş Alman askerlerinin öldürülmesini anlatan sahneye, film B sınıfı filmlerinin pek çok unsurunu görkem katılmış halleri ile fazlası ile kullanıyor. Tüm bu öğelere yer verilmesini de Scorsese’nin sinema tarihine referanslar yolu ile bir saygı duruşu göstermesi olarak yorumlamak mümkün elbette. Özetle Scorsese, fırtınayı, mekanı ve zaman zaman dozu kaçan müziği filmin karakterlerinden biri yapıyor ve eski filmlere selam gönderiyor gibi.
Gerçeğin ne olduğu konusunda belirsizlik yaratan ve finalde seyirciye sürpriz yaratan filmlerin belki en başarılı örneklerinden biri değil karşımızdaki ama yine de amaçladığına ulaşıyor gibi. Yeterince başarılı olamamasının temelde de iki nedeni var: Leonardo di Caprio’nun idare eder bir biçimde canlandırdığı baş karakterin sözlerinin ve vücut dilinin bir şeylerin göründüğü gibi olmadığını gereğinden fazla belli etmesi ve gerçeği öğrenince yerine oturan ama o zaman da bir aldatılmışlık hissi veren hikâyedeki kimi boşluklar. Bunlar bir kenara bırakıp filmin tadına varılabilir elbette ama Scorsese’den daha sağlam ve dolu bir sinema örneği bekleyen sinemasaverler için bu tat yeterince güçlü ve kalıcı olmayacaktır.
(“Zindan Adası”)