“Hangi yasa başkanın oğlu ülkeyi yönetebilir diyor? Hangi yasa başkanın karısı ülkeyi yönetebilir diyor?”
Sovyetlerin çöküşü sonrası Kırgizistan’da ekonomik ve sosyal sıkıntılar yaşayan köyünün halkına kaçak elektrik kullanımında yardımcı olan bir adamın hikâyesi.
Kırgız yönetmen Aktan Arym Kubat’tan senaryosunu da yazıp başrolünde oynadığı bir film. Bir düzeni yitirip henüz başka bir düzene geçememiş ve tam da deyimin kendisini hak edercesine Araf’ta kalmış bir toplumda geçen hikâyede yönetmen biraz naif hikâyesi ile derdini anlatmakta yeterince başarılı olamamış görünüyor. Modern zamanların Prometheus’unun ateşi (burada ışığı) çalıp insanlara armağan etmeye çalışırken modern zamanların Zeus’undan gelen azap ile karşı karşıya kalmasını anlatan bu film hikâyesinin zayıflığının sıkıntısını taşıyor temel olarak.
Geleneksel yaşamdan uzaklaşmaya başlayan bir toplumda değişen düzen ve ülkenin yeni ekonomik sistemi filmde Çinli girişimciler ve sık sık değinilen bir gerçek olan Kırgızların çalışmak için Rusya ve Kazakistan’a gitmeleri ile hatırlatılıyor hikâye boyunca. Televizyon görüntülerindeki halk gösterileri, radyodan dinlenen protestocuların konuşmaları veya bir sahnede görüntüye gelen kızıl bayraklı göstericiler ülkede bir şeylerin olduğunu hissettiriyor ama film Çinli girişimcilere satmak için köylülerin topraklarına el koymaya çalışan yeni zengin sınıfın temsilcisi dışında bu konuların çok da üzerine gitmiyor. Belki sinemasal açıdan değil ama dile getirmeye çalıştığı açısından, “yurt” adı verilen büyük çadırda Çinliler için düzenlenen gösteri filmin bu anlatmak istediklerinin en çarpıcı sembolü oluyor. Yeni zengin adamın modern arabası ile köprü üzerinde ineklerin arasında kaldığı sahne bir yandan modern dünya ile eski dünyayı karşı karşıya getirirken asıl olarak toplumun içinde yayılmaya başlayan yeni düzenin de metaforu oluyor adeta.
Filmin anlatmak istediklerini nasıl anlattığı ise bir parça sıkıntılı görünüyor. Senaryo yönetmenin kendisinin canlandırdığı baş karakterinin sıcaklığına ve sevimliliğine fazlası ile sığınırken onun etrafta olan bitenlerle ilişkisini sadece uzak duran bir gözleyicilik ve dinleyicilik ile sınırlı tutuyor. Yukarıda bahsettiğim yurt sahnesi buna film boyunca istisna oluşturan tek sahne. Bunun dışında film zaman zaman monotonluğa veya senaryoya dönüşmemiş bir sinopsisin görüntülenmesi havasını taşıyor ve bu da filme zarar veriyor elbette. Finalin sertliğinin filmin genel havası ile hayli uyumsuz göründüğünü de belirtmek gerek. Filmin en güçlü yanlarından biri olan görselliği ise hikâyenin zayıflığının gölgesinde kalıyor sık sık. Yine de filmin kendisini çekici kılan artıları da öne çıkıyor zaman zaman. Başta Aktan Arym Kubat’ın oyunculuğu olmak üzere özellikle amatör oyuncuların sıcaklığı, senaryonun kimi önemli zayıf yanlarına karşın doğal karakterleri ve diyalogları ile arka plandaki bazı önemli konulara karşı didaktik olmayan bir yaklaşım taşıması ve içinde bulunduğu koşullara rağmen ortak yaşam, paylaşma ve sevme duygularını korumaya çalışan bir karakter üzerinden bir umut ışığı hissetirme çabası filmi seyre değer kılabilir. Tüm bunlar daha güçlü bir sinema ile dile getirilebilse çarpıcı bir başarı ile karşı karşıya kaldırdık kuşkusuz ama bu hali ile film ortaya çıkardığından çok ortaya çıkarmayı hedeflediği ile daha önemli görünüyor.
(“The Light Thief” – “Işık Hırsızı”)