Men in Black – Barry Sonnenfeld (1997)

“Her zaman bu gezegeni ya da insanları yok etmek isteyen tehlikeli bir uzaylı ya da korkunç bir yaratık vardır; ama insanların mutlu hayatlarına devam edebilmelerinin tek yolu bunu bilmemeleridir”

Dünyaya yerleşmiş olan uzaylıları gözetim altında tutmakla görevli olan bir ekibin tüm galaksiye tehlike yaratan kötü uzaylılarla mücadelesinin hikâyesi.

Lowell Cunningham’ın aynı adlı çizgi romanından uyarlanan, senaryosunu Ed Solomon’un yazdığı, yönetmenliğini Barry Sonnenfeld’in yaptığı bir ABD filmi. Amerikan sinemasının komedi ile aksiyonu birleştiren ve seyirciden ilgi gören yapıtlarından biri olan çalışmanın 2002 ve 2012’de iki ayrı devamı çekilirken, 2019’da öykü yeni kahramanlarla bir kez daha buluşmuştu seyirci ile. Film, mizahı da aksiyonu da dozunda ve özellikle ilk yarısında daha çekici olan, başrollerdeki Tommy Lee Jones ve Will Smith’in sinemanın yaşlı – genç ikililerinin en sevilenlerinden birini oluşturan uyumlu performansları ile dikkat çektikleri ve kötüyü tek bir bireyde somutlaştırmasının hem avantaj hem dezavantajını taşıyan bir çalışma. Üzerine kurulu olduğu iki türde de (komedi ve aksiyon) içerik olarak değil ama öykünün gelişimi açısından beklenenin ve tahmin edilebilenin ötesine geçmeyen ve zaten böyle bir hedefi de olmayan film Amerikan sinemasının sınıfı geçen eğlenceliklerinden biri.

Lowell Cunningham ilk sayısı 1990’da yayımlanan çizgi romanını dünya dışı yaşamlara, UFO’lara ve insan-uzaylı iletişiminin kurulmuş olduğuna inananlar arasında yaygın olan bir komplo teorisinden yola çıkarak yazmış. 1940’ların sonlarına doğru ortaya çıkan bu teoriye göre “Men in Black” (MIB) adında ve FBI benzeri bir resmî kurum uzaylıların varlığına tanık olanları sorgulamak ve gördükleri hakkında konuşmalarını engellemek için onları bir şekilde susturmaktan sorumludur ve bu susturma tanığın hafızasını silme veya onu yok etmek gibi farklı yollarla gerçekleştirilir. Öykümüzün kıdemli MIB ajanı K’nin, bu yazının girişinde yer alan sözleri, bu susturma eyleminin ana nedenlerinden birini anlatıyor bize; insanların uzaylıların varlığından haberi olmamalıdır; “çünkü insan akıllıdır ama toplumlar kolayca paniğe kapılan aptal ve tehlikeli hayvanlardan oluşur”.

Dany Elfman’ın Oscar’a aday gösterilen ve bir yandan 1960 ve 70’lerdeki korku ve gerilim filmlerinin havasını taşıyan ama 90’ların ruhuna da sahip başarılı müziğinin eşlik ettiği bir sahne ile açılıyor film; bir uçan böceğin peşinden gidiyor kamera ve gece karanlığında böceğin bir kamyonun ön camında sona eriyor bu yolculuk! Kaçak göçmenleri ABD’ye sokan bir kamyondur bu ki ince bir oyun var burada; “Alien” sözcüğü İngilizcede “dünya dışı yaratıklar” anlamına gelse de asıl olarak, ABD’de yabancılar ve özellikle de ülkeye illegal olarak girenler için de kullanılan aşağılayıcı bir tabir. Kamyondaki “alien”ların biri hariç tümü Latin Amerika ülkelerinden gelen kaçaklardır; biri ise gerçek bir alien’dır ve bunu ortaya çıkaranlar da tanışacağımız iki MIB ajanı olur. Bunlardan biridir K (Tommy Lee Jones) ve oldukça tecrübelidir işinde. Ajanlar ile bu uzaylı arasında geçen ve polislerin hafızalarının silinmesini gerektiren sahne bizi filmin komedi ve bilim kurgu aksiyonu havası ile hayli eğlenceli bir şekilde tanıştırıyor. Ardından tuhaf bir akrobasi becerisi olan bir adamı kovalayan bir polis (Will Smith) ile tanışıyoruz; bu sahnede tanık oldukları polisin de hafızasının silinmesine neden olacak ama bu tür filmlerin klişesine uygun olarak; zeki, becerikli ve “otorite ile sorunu olan” polisimiz MIB’nin bir parçası olacaktır.

Seçkin ajanlardır MIB üyeleri; adlarına uygun olarak hep siyah takım elbise ile gezerler ve kıyafetlerini bir de siyah güneş gözlüğü tamamlamaktadır. Bu kıyafetlerin “dünyalı” özelliğinin uzaylıların gerçek bedenlerine dönüştüklerindeki “dünya dışı”lığı ile oluşturduğu zıtlık, kahramanlarımızın resmî görevlerini hatırlatmasının yanında bir başka olgunun daha sembolü olarak görülebilir: Öykü dünyayı uzaylıların “sığınma yeri” olarak konumlandırıyor ve pek çok sahnesi ile insanların o uzaylılara üstünlüğünü ima ediyor. Evet, bazı icatların (mikrodalga fırın, “liposuction” (yağ aldırma) vs.) uzaylılar sayesinde gerçekleştiğini öğreniyoruz ama dünyayı üstün kılan, sığınılacak bir yaşam yeri olarak resmedilmesi. Ayrıca öyküde insanların, bırakın dünya dışına yerleşmelerinden, oralara seyahatlerinden dahi söz edilmiyor nedense ve uzaylılar ya kötü ya komik ya da aciz varlıklar olarak çıkıyor karşımıza. Bir başka problemi daha ifade edersek, uzaylıların “Edgar” dışında hiçbirinin karakter olmasına imkân vermiyor senaryo ve bulundukları sahnelerin eğlenceli birer dekoru olmaktan öteye geçemiyorlar bu yüzden.

Görsel efektlerin ve makyajların sağlam bir katkısı olmuş filme; bu başarıyı özel kılan ise özellikle makyajların sadece etkileyici bir “gerçekçilik” taşıması değil, aynı zamanda öykünün mizahını da desteklemesi ki bu mizah belki çok çarpıcı olmasa da, Amerikan sinemasının bu tür eğlenceliklerinin vasatın üzerine çıkan örneklerinde olduğu gibi hiç aksamıyor ve işini fazlası ile görüyor. Will Smith’in, özel bir boyutu olmayan ama bekleneni de fazlası ile karşılayan oyunculuğu, “doğum” ve “köpeği konuşturma” gibi sahneler, askerî disiplinle tatlı serseriliğin karşı karşıya geldiği ajan seçme bölümü ve MIB’nin ana haber kaynağının -bizdeki örneğinin 80’lerde çok satan ve “Sakallı doğan bebek” gibi haberlerle hatırlanan Bulvar Gazetesi olduğu türden- tabloid gazeteler olması gibi farklı unsurlardan beslenen mizah filme hem dinamizm katıyor hem -doğal olarak- eğlencesini artırıyor. Burada Edgar rolündeki Vincent D’Onofrio’yu da özellikle anmak gerekiyor. Uzaylının “derisini çaldığı” adam rolünde fiziksel boyutu öne çıkan hayli başarılı bir performans gösteriyor usta oyuncu ve öykünün komedili aksiyonunun ana kahramanlarından biri oluyor.

Kapanış jeneriği sırasında Cheryl Gamble’ın eşlik ettiği Will Smith’in sesinden film ile aynı adı taşıyan şarkıyı dinlediğimiz filmin finali de eğlenceli bir darbe vuruyor seyirciye ve galaksimizin ve onun içindeki dünyamızın ne kadar önemsiz olduğunu ve tüm bir galaksinin ve diğerlerinin kaderinin bir “uzaylı”nın elinde olduğunu gösteriyor. Aramızda uzaylılar olduğunu da hatırlatan (Sylvester Stallone, Steven Spielberg, George Lucas ve yönetmenin kendisi de bunlar arasında!) yapıt başta bu finali ile olmak üzere, Douglas Adams’ın yarattığı “The Hitchhiker’s Guide to the Galaxy“ (Otostopçunun Galaksi Rehberi) dünyasına göndermelerde de bulunuyor. Will Smith’in dinamizmi ile yarattığı eğlenceyi ciddiyeti ile yaratan Tommy Lee Jones’u ve Ed Solomon’un parlak diyaloglarını da analım son olarak ve bu Hollywood eğlenceliğini meraklılarına önerelim.

(“Siyah Giyen Adamlar”)