“Bu ülkede bizi hatırlayan kimse kalmadı mı? Çok uzun sürdü bu iş, çok uzun”
2001 yılında Filipinler’de radikal islamcıların çoğu misyoner veya sosyal görevli olan bir grubu fidye için kaçırması ile gelişen olayları anlatan bir hikâye.
Filipin sinemasının yetenekli ismi Mendoza’nın bu filmi yönetmenin önceki filmlerinin aksine Filipin toplumundaki sosyal konulara değil ülkedeki ayrılıkçı İslamcıların gerçekleştirdiği bir kaçırma olayına eğiliyor. 2001 yılında farklı tarihlerde yüze yakın kişi kaçırılmış ve filmimiz de bu olaylardan birini, 20 kişinin kaçırıldığı hikâyeyi ele alıyor. Film daha kısa sürede ele elabileceği bir hikâyeyi bir parça uzatmış görünüyor ve Mendoza’nın çarpıcı üslubunun izlerini yeterince taşımıyor ama hikâye kendisini ilgi ile izletiyor ve Mendoza’nın elinin değdiği özellikle belli olan anlarda hayli etkileyici olmayı da başarıyor.
Ayrılıkçı İslamcı bir örgütün ailelerinden veya devletlerinden fidye alabilmek için kaçırdığı farklı millletlerden 20 insanın yaklaşık 1 yıl süren tutsaklığını anlatan filmin en başarılı yanı Mendoza’nın çoğu hayli kalabalık olan sahneleri ustalıklı bir mizansen anlayışı ile ve neredeyse koreografik olarak adlandırılabilecek bir yaklaşımla çekmiş olması. Bu sahnelerde onca oyuncunun sahne içindeki yerleşimi, yönetmenin el kamerası tercihi ve seyrettiğimizin gerçek görüntüler gibi algılanmasını sağlayacak yaklaşımı ile birlikte filmin seyrinin kesinlikle etkileyici bir deneyim olmasını sağlıyor. Mendoza tutsakların 1 yıl boyunca oradan oraya götürüldükleri ve çoğunlukla ormanlık alanlarda geçen hikâyesinde, ormandaki hayvanların görüntülerini de başarı ile kullanıyor. Bir ağacın dallarında baş aşağı asılı olarak duran yarasalardan kameranın yukarıdan zum yaparak yaklaştığı karınca görüntülerine, bir kuşu yutan yılandan büyülü bir şekilde bir ağacın etrafında görünüveren rengarenk papağana film pek çok etkileyici ana sahip. Pağan sahnesinin filmin gerçekçi havasının dışınd ave ir parça yapay kaldığını da belirtelim bu arada ama bu görüntülerin kullanımının hem hikâyenin sertliği hem de olayların geçtiği ortamın vahşiliğini başarı ile sembolleştirmek gibi bir katkısı var ve benzer bir yaklaşımın pek de işlemediği Reha Erdem’in “Jîn” filmini hatırlıyoruz ister istemez. Bu filmde kaçırılan kayığın etrafında zıplayan yunus görüntüleri örneğin, Jîn filmindeki ceylanın “büyülü gerçekçiliğinin” aksine kesinlikle sırıtmıyor.
Yönetmenin de yazımına katıldığı senaryo radikal islamcı militanların bir yıl süren bu kaçırma olayı sırasında yaptıklarına ne derece objektif yaklaştı bilmiyorum ama kararlılıklarını göstermek veya yolculuklarına engel olduğu için kimi tutsakları öldürmeleri (dehşetli satırla kafa kesme sahneleri var filmde), kadın tutsakları cinsel ilişkiye girmek için evliliğe (!) zorlamaları veya Kuran’a gösterilmesini istedikleri saygıyı denize döktükleri İncil’e göstermemeleri gibi kimi müslümanları rahatsız edebilecek sahneler karşımıza geliyor hikâye boyunca. Burada filmin karakterlerine ve yaptıklarına “dışarıdan” baktığını da eklemek gerek; özellikle imam nikâhı sahnesi filmin yaratıcılarının İslam dışından olduklarını net bir şekilde ortaya koyuyor. Aslında film tutsaklar dahil herhangi bir karakterin analizine veya bir birey olarak tanıtımına kesinlikle girişmiyor. İki saati bulan bir süresi olan filmin sadece olayın kendisine odaklanması ve hele de Isabel Huppert gibi olağanüstü bir oyuncunun da aralarında bulunduğu kadrodan hemen hiç kimseye gerçek anlamda yakınlaşamamak filmin zayıf yanlarından biri aslında ve Mendoza’nın önceki filmlerinden hayli farklı bir yere koyuyor hikâyeyi. Karakterlerin bir kısmının “Stockholm sendromu” ile kendilerini kaçıranlara sempati duyar hale gelmesi ve buna karşılık Huppert’in karakterinin katı bir katoliklik inadını çağrıştıracak şekilde bundan uzak kalması da bu nedenle yeterince etkili olamıyor.
Bir yıl süren tutsaklık dönemine 11 Eylül saldırısının da denk gelmesi hikâyeye, daha doğrusu filmin yaratıcılarına ek bir katkı sağlamış görünüyor. Senaryonun militanlara dışarıdan bakışını da onların bu saldırıdan duyduğu sevinçle desteklemiş filmin yaratıcıları. Film zaman zaman hümanist bir bakışa da kayıyor (örneğin tutsaklardan biri ile çocuk militanlardan birinin yakınlaşması) ama senaryo bu bakışı da ilerletmemeyi tercih ediyor ve yakınlaşmayı daha çok “onların yaptıklarının da bir gerekçesi var” tezini ama oldukça alçak tondan söylemek için kullanmakla kalıyor. Huppert’in başta röportaj için gelen gazeteci ile konuştuğu sahne olmak üzere birkaç bölüm dışında alıştığımız güçten uzak görünmesinin de sorumlusu gibi görünen yüzeysel kalma tercihinden zarar görmüş görünen film, tek başına bir macera filmi veya dramatik bir kaçırma hikâyesi olarak ele alınmayı bekliyor gibi ve böyle bakınca da amacına erişmiş görünüyor. Uzamış akışına rağmen ilgiyi hemen hep canlı tutmayı başarıyor denebilir film için.
(“Tutsak”)