“Kızımın Milano’dan bir talibi var. Eğer bu kişi portreyi beğenirse Milano’ya gideceğiz. Kızım sizden önce bir sanatçıyı tüketti. Aslında size bir şey söylemem gerek: Poz vermeyi ret ediyor. Ressam onun yüzünü bir kez bile göremedi”
Ailesinin, taliplisine göndermek üzerine portresini yaptırmak istediği genç bir kadın ile bu iş için görevlendirilen kadın ressam arasındaki ilişkinin hikâyesi.
Céline Sciamma’nın yazdığı ve yönettiği bir Fransa yapımı. Cannes’da senaryo ödülünü kazanan film yönetmenin kendisini bir parçası olarak gördüğü feminist hareketin sinemadaki en güncel ve önemli örneklerinden biri ve hikâye, karakterler ve temalar ile görselliğin çekici bir uyum yakaladığı bir çalışma. İlginç konusu ve hikâyenin buna ek olarak ve feminist bir bakış açısı ile oluşturulmuş temaları ve göndermeleri ile çok başarılı bir sinema yapıtı bu. Sciamma’nın sessizliğin içinde oluşturduğu çığlıklar ile dikkat çeken film sade ve vurucu finali ile de göz dolduran, tutkuyu belki gerektiği kadar güçlü biçimde somutlaştıramasa da, görülmeyi kesinlikle hak eden bir sinema eseri.
Film tamamı genç kızlardan oluşan bir gruba resim dersi veren ve bu ders sırasında modelliği de kendisi üstlenen bir kadın ressamın bir tablonun hikâyesini anlatması ile açılıyor. “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi” adını taşımaktadır tablo ve dolunayın ve onun aydınlattığı bulutların yer aldığı bir gece fonunda uzun elbisesinin etekleri alev almış bir genç kızı göstermektedir. Karanlık (hem ışık değeri hem ruh hâli olarak), gerilimli ve bir parça da gizemli bir resimdir bu ve on sekizinci yüzyıl sonlarında Fransa’da geçen bir “imkânsız aşk”ın ve o aşkın en unutulmaz gecelerinden birinin hatırasını taşımaktadır. Ressam bu tabloyu doğuran aşkın hikâyesini öğrencilerine tüm boyutları ile anlat(a)mamıştır muhtemelen ama Céline Sciamma bizi bu çarpıcı hikâyenin hiçbir boyutundan mahrum etmiyor ve içerikle görselliğin etkileyici bir buluşmasına tanıklık etmemizi sağlıyor.
Marianne (Noémie Merlant) adındaki ressamın zor bir görevi vardır: O günün aristokrat adetleri erkeğe kadını evlilik için kabul etmeden önce onun bir portresini görme ve ondan sonra karar verme hakkı tanımaktadır. Hikâyemizde erkek Milano’dadır; Breton’da olan kadın ise annesinin daha önceki denemesini boşa çıkarmış ve poz vermeyi ret ederek onu evliliğe götürebilecek yolu tıkamıştır. Annenin yeni planı, Marianne’ı yürüyüşlerinde eşlik etme kılıfı altında kızının yanına sokmak ve poz vermese bile, ressamın yeteneği sayesinde ona portresini çizdirebilmektir. Héloïse’ın (Adèle Haenel) ablası kısa bir süre önce intihar etmiştir, kendisi ise manastırda yaşamaktadır. Bu hikâye filme içerik açısından oldukça geniş olanaklar sağlamış ve Céline Sciamma da kesinlikle hakkını vermiş kendi hikâyesinin. Kuşkusuz tema açısından ilk öne çıkanlardan biri iki kadın arasındaki “yasak aşk”. Yaşanması ve kabullenilmesinin olanaksız olduğu bir dönemde bu aşkın kahramanı olan iki kadının kaçınılmaz akıbetini incelikle anlatıyor yönetmen (Céline Sciamma ile başrol oyuncularından Adèle Haenel arasında da çekimlerden önce sona eren bir ilişki yaşandığını hatırlatlım bu arada) ve uzun süreli tek çekimden oluşan final görüntülerinde aşkın ve tutkunun –tüm engellere rağmen- diri kalmasının hüznünü bize de geçiriyor. Burada filmin anılması gereken tek probleminin konusu olan tutku üzerinde durmak gerekiyor. İki oyuncunun da başarılı performanslarına rağmen, tutkunun seyirciye yeterince geçtiğini söylemek biraz zor; iki kadının mahrem anlarına bizi ortak etmemesi değil sorun (ki bu açıdan çok doğru bir tercih yapmış kesinlikle), bir şekilde tutku filmin tüm diğer unsurlarının aksine tam anlamı ile elle tutulur bir hâle gelememiş.
Erkeklerin neredeyse hiç ortada olmadığı bu hikâye dört kadını odağına alıyor ve her birini hak ettikleri derinlikle getiriyor seyircinin önüne: İki âşık, Héloïse’ın annesi (Valeria Golino) ve hizmetçi Sophie (Luàna Bajrami). Soylu Héloïse ile ressam Marianne arasındaki ilişkinin ikisi arasında yaptığını, onlarla hizmetçinin dostluğu da yapıyor ve aralarındaki sınıf farklarını ve bu farkların ördüğü aşılmaz duvarları yerle bir ediyor sevgi ve dayanışma. Sophie’nin nakış işlediği, Marianne’ın içkileri hazırladığı ve Héloïse’ın yemek yaptığı, üç kadının da yüzleri bize dönük olacak şekilde uzun bir masanın aynı tarafında durduğu sahne sadece müthiş bir görsellik yaratmakla kalmıyor, sınıfların yıkılmasının da sembolü oluyor bir bakıma. Üç kadın arasındaki dostluk “erkeksiz bir dünyanın huzur dolu güzelliği” için bir olasılığı işaret ederken, erkeklerin onlara sıkıntı ve tehlike yaratmış olmak dışında hiçbir işlevi yok hikâyede. Bu erkeklerden biri Milano’da adeta katalogdan bir mal beğenir gibi gelin adayının portresini beklerken genç kadının asla mutlu olamayacağı bir hayatın sembolü oluyor, bir diğeri ise evlilik dışı bir hamileliğin sorumlusu. Film kadınların sadece kendi başlarına veya kendi hemcinsleri ile bir arada olduğu zamanlarda sahip olabildiği mutluluğun altını her zaman özenle çiziyor ve örneğin yöredeki tüm kadınların bir araya geldiği bir gece “toplantı”sında söylenen şarkı ile destekliyor bu bakışını. Adeta mistik bir tören havası taşıyan bu sahnede el çırpmalarla söylenen şarkının sözlerinin sadece “Non Possunt Fugere”den (“Kaçamazlar”) ibaret olmasını ise hikâyenin iki kahramanının akıbetlerine bir gönderme olarak düşünebiliriz.
Hikâye ressam ile modeli arasındaki duvarı da yıkıyor ve bu bağlamda sanat eserini sadece sanatçının değil, ama her ikisinin (sanat ve esin kaynağı) birden yarattığını öne sürüyor. Bir sahnede, modellik yapan Héloïse’ın ressam Marianne’e sorusu (“Sen beni gözlerken, benim kimi gözlediğimi düşünüyorsun?”) tam da bunu işaret ediyor ve yine onun ilk tabloyu beğenmediğinde söyledikleri ile de (“Resim bana benzemiyor ama seni de yansıtmıyor”, “Beni senin gördüğün gibi değil, herkesin gördüğü gibi çizdin”) yaratma sürecinin karşılıklı alışverişle yürütülebileceğini iddia ediyor film. Yeterince üzerinde durulmasa da kadın sanatçıların yüzyıllarca nasıl hep isimsiz kaldıklarını ve kendi eserlerini başkalarının (çoğunlukla eşlerin, bu filmde ise babanın) imzaları ile sunabildiklerini hatırlatan film böylece yaratmanın ve yaratıcıların gerçek süreçleri ve kimlikleri üzerine de düşünmemizi sağlıyor.
Kadın kimliği ve kadın olmak üzerine önemli şeyler söylüyor olsa da ve içeriği ile etkilese de, “çocuk düşürme” sahnesinin hikâyeye katkısının tartışmalı olduğu filmde görüntü yönetmeni Claire Mathon ile birlikte çok başarılı bir iş çıkarmış yönetmen Sciamma. “Tablo gibi” sahneler oldukça çok sayıda filmde ama yukarıda anılan ve üç kadının masanın bir tarafında toplandığı sahnede olduğu gibi tüm bu görüntüler karakterler, ressamın insanlara ve etrafına bakışı ve hikâyenin içeriği ile çok uyumlu ve hiçbir doğal olmayan bir unsur yok bu bölümlerde. Gece toplantısında Héloïse’ın “alev alması” sahnesinde de o mistik havalı müzik (keşke canlı seslendirilmiş olsaydı), bakışmalar, tereddütler ve dile getiril(e)meyen arzuları parlak bir şekilde anlatıyor film ve kapanışta da yitirilen bir aşkı sessiz çığlıklar, gözyaşları, anıların neden olduğu coşku ve acı arasında gidip gelme ve çaresizliğin resmi ile anlatıyor yönetmen ve yürekleri burkuyor. Yönetmene burada getirilebilecek tek eleştiri, ressamın otoportresini çizebilmesi için Héloïse’ın aynayı vücudu üzerinde yerleştirdiği bölüm; buradaki sembolizm filmin geneline uymayan bir kabalık içeriyor.
Karakterler konuştuğunda bile sessiz bir havası olan film sanatın ancak sanatçı hissettiklerini özgürce ifade edebildiğinde yaratıcı olabileceğini söylüyor ve müziği (sadece yukarıda bahsi geçen gece sahnesinde değil, Marianne piyano çaldığında veya tüm finalde olduğu gibi) çarpıcı bir şekilde kullanıyor. Final sahnesinin gücü o denli yüksek ki Vivaldi’nin “Dört Mevsim” adlı eserinin “Yaz” bölümünü her dinlediğinizde bu sahne hep gözünüzün önüne gelecektir artık. Başrollerdeki Adèle Haenel ve Noémie Merlant’nın kostümlü bir dönem filmin “ağırlığını” yok eden modern performansları ile parladığı ve bakışlar üzerine kurulu bir hikâyeyi doğallıklarını hep koruyarak anlattığı bu yapıt görülmesi gereken bir çalışma kesinlikle.
(“Portrait of a Lady on Fire” – “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi”)