“Biz hırsız değiliz, sadece açız”
Charles Chaplin’in ünlü Tramp karakterinin hızla modernleşen ve endüstrileşen dünyada yaşadıklarının hikâyesi.
Charles Chaplin’in yazdığı ve yönettiği bir ABD yapımı. Sanatçının Tramp karakterini son kez canlandırdığı film -bazı bölümleri sesli olmasına rağmen-aynı zamanda onun son sessiz filmi olması ile de bilinen ve tartışılmaz başyapıtlarından biri olan bir çalışma. Bizde Fransızcanın etkisi ile Şarlo olarak tanınan sinemacının filmi yoksulluk ve işsizliğin de aralarında olduğu temel toplumsal sorunlara değinirken, bir yandan da mükemmel tanımlamasını kesinlikle hak eden ve bugün sinema tarihinin klasikleri arasına giren sahneleri ile eğlendiriyor seyircisini. Bazı bölümleri hikâyenin genel temaları ile doğrudan ilgisi olmayan ve Chaplin’in sesini seyircinin ilk kez duyduğu film; komedinin, tüm sinema tarihinin ve Şarlo’nun her sinemaseverin birkaç kez görmesi gereken örneklerinden biri.
Bir duvar saatinin kadranını göstererek açılıyor hikâye. Saat altıya doğru ilerlemektedir ve kısa bir süre sonra anlayacağımız gibi sabah vaktidir. Chaplin’in müziklerinin eşlik etttiği jenerik şu sözlerle devam ediyor: “Modern zamanlar. Endüstri ve özel teşebbüsün hikâyesi. İnsanlık mutlu olmak için mücadele veriyor”. Edward Powell ve David Raskin’in düzenlediği Chaplin melodileri hikâyenin hemen her anına eşlik ederken, seyirciye işitsel bir keyif sağlıyor. Şarlo keman çalmakla birlikte derin bir müzik ve orkestrasyon bilgisine sahip değildi ve buradaki besteleri sadece ağzı ile mırıldanmış ve Raskin’in anılarına göre bunları notalara döken kendisi olmuş çoğunlukla. Müziklerin bir kısmı hayli tanıdık gelebilir seyirciye çünkü örneğin bu melodilerinden biri sonradan söz de eklenerek “Smile” adı ile hayli popüler olmuştu ve şarkıyı ilk plaklaştıran Nat King Cole başta olmak üzere pek çok başka müzisyen tarafından da yorumlandı yıllar içinde. Kesinlikle kusursuz bir Chaplin performansı izlediğimiz ve sanatçının Fransız besteci Léo Daniderff’in 1917 tarihli komik şarkısı “Je Cherche Après Titine”e Fransızca ve İtalyancadan uydurduğu anlamsız sözlerle getirdiği yorum ise hikâyenin her açıdan zirve noktalarından birini oluşturuyor komedisi ve eğlenceli melodisi ile.
Chaplinin son sessiz filmi olarak tanımlanıyor bu çalışma ama birkaç sahnede ses bandı da var filmin. Yukarıda anılan ve Chaplin’in dans, şarkı ve komediyi ustaca birleştirdiği solo performansı bunlardan biri ve bu sahnede Chaplin’in sesini ilk kez duyuyor seyirci bir sinema filminde. Bunun dışında ise, sayıları kısıtlı olan konuşmalar hep mekanik aletlerden ulaşıyor bize hikâyenin ana temasına uygun olarak. Aslında Chaplin önce sesli çekmeyi düşünmüş filmi ve diyalogları da hazırlamış ama sonra Tramp karakterinin sesli bir filmde özelliğinin ve seyirci üzerindeki etkisinin kaybolacağını düşünerek vazgeçmiş bu düşüncesinden. Film saniyede 18 kare olarak sessiz film formatında çekilirken, daha sonra hızı 24 kareye çıkarılmış. Sonuç olarak sesli birkaç bölümü dışında, ara yazıları ve dili ile sessiz sinema içinde değerlendirilen bir yapıt çıkmış ortaya.
Chaplin’e başrolde yetim ve yoksul genç kız olarak Paulette Goddard’ın eşlik ettiği film için iki ilham kaynağı olmuş: ABD’yi ve ardından hemen tüm dünyayı 1920’li yıllardan başlayarak kasıp kavuran büyük ekonomik bunalımın (Great Depression olarak anılıyor tarihte) neden olduğu sefalet ve Chaplin’in Gandhi ile buluşmasında Hintli liderin modern teknolojinin insanlık üzerindeki olumsuz etkileri ile ilgili görüşleri. Gandhi’yi tanıştığı en eğlenceli kişi olarak tanımlayan Chaplin gerek hikâyesi gerekse dile getirdiği meseleler ile politik olarak da sınıflanabilecek bir film yaratmış. İlk sahnede kalabalık bir domuz sürüsünü metrodan boşalan ve fabrikalara akan insan kalabalığı ile eşleştirerek bu konuda elini çok net gösteriyor film. Hayvanların mezbahaya, işçilerin ise fabrikalara birer kurban olarak aktığını düşündürüyor bu giriş ve fabrikalarından birinde tanık olduklarımız da doğruluyor bu düşünceyi. Otomasyonla birlikte tıpkı kullandıkları (ya da kendilerini kullanan) makineler gibi mekanikleşen ve hep daha hızlı, daha fazla üretmeye zorlanan işçileri görüyoruz bu bölümde. Filmdeki ilk diyalogu da işittiğimiz bu bölümde odasındaki dev ekrandan tüm fabrikayı gözetleyen müdürün talimatları hep daha süratli çalışmasını istiyor işçilerin. Gittikçe hızlanan bir kayan bant üzerinde tek bir işlemi, vida sıkmayı aralıksız yapan bir işçiyi oynayan Chaplin bu rutinin bir insanın bedenini ve ruhunu nasıl dağıtabileceğini fiziksel boyutu da olan oyunculuğu ile çarpıcı bir biçimde sergiliyor. İşçilerin mola vermesine gerek kalmayacak şekilde onları otomatik olarak besleyecek bir makinenin -elbette Tramp üzerinde- denendiği sahne bir emekçinin çıldırmasını anlatırken, onun bedensel ve ruhsal sömürüsüne sert bir eleştiri getirerek hikâyenin politik boyutunu artırıyor.
Filmin daha doğrudan bir politik göndermesi ise kahramanımızın komünist bir lider zannedilmesine yol açan kızıl bayraklı işçi eylemi sahnesi. Zamanında Avusturya’da sansür tarafından filmden çıkarılan ve filmin Almanya ve İtalya’nın faşist yönetimleri tarafından yasaklanmasına neden olan bu sahnede yanlışlıkla eline geçen bir bayrakla kendisini eylem yapan işçilerin en önünde yürürken buluyor kahramanımız ve hapse atılıyor. Komünist kelimesinin -propaganda aracı olarak olmasa da- üstelik de bir eylem sahnesi ile igili olarak açıkça kullanılmasının dikkat çektiği bu sahne Hollywood’da çeşitli sanatçıların sinema sektöründe çalışmasını imkânsız hâle getiren ABD Temsilciler Meclisi’ndeki Amerika Aleyhtarı Faaliyetleri Araştırma Komitesi’nin sanatçının komünist olduğuna ikna olmasını sağlamıştı. Bu sahneler dışında yoksulluk ve işsizlik görüntüleri, açlıktan ölmemek için hırsızlık yapan farklı karakterleri eleştirel olmayan bir gözle göstermesi gibi başka örnekleri de ekleyebiliriz filmin politik yanının kanıtı olarak. Kuşkusuz tüm bunlar filmin doğrudan politik bir hikâye anlattığını söylemek için yeterli değil ve zaten Chaplin de olabildiğince apolitik bir tutum takınmış ve örneğin bu son sahne üzerinden bir mesaj üretmek gibi bir kaygısı olmamış. Yine de sonuç, insanlık meseleleri ve dünya hâli hakında duyarlı bir sanatçının izlerini taşıyor her karesinde.
Sadece komünizm gibi hassas bir sözcükle yetinilmeyip, “nose-powder” argosu ile kokain de açıkça dile getiriliyor hikâyede. Tramp’in bu madde sayesinde kazandığı cesaret ile bir cezaevi firarını önlemesi herhalde sansürün bu kullanımı görmezden gelmesine neden olmuş ama yine de 1930’lu yıllarda çekilen bir filmde bir uyuşturucu maddenin komedi unsuru ve bir kahramanlığın aracı olarak olumlu bir bağlamda kullanılması hayli ilginç. Yoksulların girdiği yiyecek kuyruğuna açılan ateş ve bir kişinin öldürülmesinin Tramp’in hücresinde okudğu gazetenin manşetine “Grevler ve eylemler. Kanunsuz çeteler yemek kuyruğuna saldırdı” ifadeleri ile yansıdığını da hatırlamakta yarar var filmin tutumunu daha iyi anlamak için.
Katlı bir mağazadaki tehlikeli Paten bölümü, derme çatma bir evde Chaplin’in sakarlıkları, sonlardaki restoran bölümünün tümü (bu bölüm tek başına bile seyredilebilecek müthiş anlar içeriyor) ve yine onun tamirci çırağı olarak fabrikada neden oldukları gibi tamamı klasik olan sahneleri ile film bir küçük adamın düzenle ve düzenin sembolü olan makinelerle başının derde girmesini anlatıyor sık sık. Ne var ki tüm bölümleri (örneğin restoran bölümünü) bu tema ile ilişkilendirmek mümkün değil herhangi bir şekilde. Anlaşılan Chaplin sinemada son kez hayat verdiği karakterine onun tipik komedisi ile veda etmek istemiş ve “gag” denilen türden numaralara bolca yer vermiş hikâyede. Bu asla bir şikâyet konusu olmamalı; çünkü hem hikâyenin kahramanının karakteri ve özellikleri açısından bütünlük asla bozulmuyor hem de her biri o derece başarılı ki en ufak bir rahatsızlık bile hissetmeniz mümkün değil.
Chaplin’in sesi bir sinema filminde ilk kez “Modern Times” ile ulaştı seyirciye dedik ama aslında 1931’de çekilen bir haber filminde oyuncu Almanca “İyi Günler” derken görünmüş kısa bir süre. Sinemada sesin tamamen egemen olduğu bir dönemde sessiz sayılabilecek bir film çekerek sadece baş karakterine değil, bir bakıma sessizliğe de veda eden Chaplin kâr, verimlilik gibi kavramlara saplantılı bir aşkı olan kapitalizmin cenneti ABD’ye ve benzeri düzenlerin hüküm sürdüğü her yere bir komedi kalıbı içinde eleştirel bir alaycılıkla yaklaşmış. Jacques Tati’nin “Playtime”ının esin kaynağı olarak da görülebilecek çalışma yukarıda vurgulandığı gibi bazı bölümlerinin ana tema ile ilgisizliği ve romantizmin gerektiği kadar güçlü olmaması ile eleştirilebilir belki ama bunlar filmin bir başyapıt olarak kabul edilmesine engel değil. İlginç bir not olarak, 1967 tarihli bir kısa belgeselin (Kübalı sinemacı Octavio Cortázar’ın “Por Primera Vez” adlı 10 dakikalık yapıtı) Küba’nın devrimci hükümetinin daha önce hiç sinema filmi görmemiş olan köylüleri sinema ile tanıştırmak için Los Munosa dlı bir dağ köyünde düzenlediği gösteride Chaplin’in yapıtının gösterilmesini ve halkın verdiği tepkileri anlattığını söylemiş olalım.
(“Asri Zamanlar” – “Modern Zamanlar”)