High Society – Charles Walters (1956)

“Şarkı doğru ama kız yanlış”

Hâlâ sevdiği eski kocası, evlenmek üzere olduğu nişanlısı ve yeni tanıştığı bir gazetecinin arasında kalan ve kafası karışan bir kadının müzikal hikâyesi.

George Cukor’un 1940 tarihli ve başrollerinde Cary Grant, Katharine Hepburn ve James Stewart’ın oynadığı ve Amerikan sinemasının klasik romantik komedilerinden biri olan “The Philadelphia Story” adlı film on altı yıl sonra Bing Crosby, Grace Kelly ve Frank Sinatra ile yeniden ama bu kez müzikal olarak çekilmiş. Grace Kelly’nin gösterime giren son filmi olan bu müzikal ilk filmin cazibesinden hayli uzak düşen bir çalışma.

Müzikleri Cole Porter’a ait olan müzikalin açılış şarkısı olan “High Society Calypso”, “True Love” “You’re Sensational” ve “Now You Have Jazz” gibi ve özellikle de filmde kendisini oynayan Louis Armstrong’un varlığı ile hayli keyifli şarkıları var ama bu şarkıların hemen hiçbiri filmin hikâyesi ile pek de bağlantılı değil ve böyle olunca da hikâyenin neden bir müzikale dönüştürüldüğünü anlamak mümkün olmuyor. Buna bir de baş kadın oyuncu Grace Kelly’nin bir şarkıya çok kısa bir eşliği dışında şarkı söylemediğini ekleyince filmin müzikal olmasının esprisini anlamak gerçekten zor. Bu gereksiz müzikalite bir yana ilk filmin aksine bu filmde kadının üç erkek arasında kalması da pek inandırıcı görünmüyor film boyunca. Özetle filmin genelde ilkinin hayli gerisinde kalmasını müzikale gereksiz dönüşüme ve George Cukor ile bu filmin yönetmeni Charles Walters arasındaki sıklet farkına bağlamak gerekiyor sanırım.

Bolca konuşmalı olan film buna bağlı olarak da kimileri gülümsetmeyi de başaran söz oyunları ile dolu elbette ama bir şekilde karakterlerin herhangi biri ile özdeşleşmenin zor olduğu bir filmde hikâyeyi sonuna kadar aynı ilgi ile takip etmek de zor oluyor. Bing Crosby ve Frank Sinatra’nın vasat bir oyun verdiği filmde Grace Kelly de önceki filmlerindeki oyunculuktan uzak ama yine de zarafeti ile kendisini kurtarmayı başarıyor. Filmde öne çıkan oyuncu ise Sinatra ile birlikte çalışan fotoğrafçı rolündeki Ruth Hussey. Kelly’nin erkeklerinden birini oynayan nişanlısı rolündeki John Lund şöhret açısından Sinatra ve Crosby’nin gerisinde bir isim ve filmin bu seçimi üç erkeğin yarışında onun pek de şansı olmadığının bir göstergesi adeta. Nişanlının bu açık dezavantajı ilk filmde de söz konusu idi ve orada da Grant ve Stewart gibi iki büyük oyuncunun karşısında bu rolü John Howard canlandırmıştı.

Geçmişin hatırlandığı teknedeki romantik sahne gibi vasat bölümleri de (bu sahnenin sonunda Crosby’nin öpüşürken bile küçük akordeonunu çalmaya devam etmesi gibi sakil anlar da var) olan filmde Kelly’nin gazetecileri ilk karşıladığı sahne gibi eğlenceli bölümler, Louis Armstrong’un keyifli cümleleri ve müzikleri ve Sinatra-Crosby düeti gibi başarılı anlar da var. Yine de ağır vergi yükü nedeni ile evlerini satmak durumunda kalan zenginler için adeta üzülmemizi bekler şekilde konunun iki kez diyalogların içine zoraki sokulmuş gibi görünmesi , üstelik zenginlik, şıklık ve gösteriş içinde yaşayan bu insanların gerçek hayattan uzak ve incir çekirdeğini doldurmayacak sohbetlerini düşününce oldukça rahatsız edici bir durum.

Hikâyeden bağımsız şarkıları, Armstrong’un kendisi ve Grace Kelly’nin zarafeti için ve bir de ne olursa olsun müzikal diyenler için.

(“Yüksek Sosyete”)