Relatos Salvajes – Damián Szifron (2014)

“Fare zehirinin son kullanma tarihi geçerse, daha mı az zehirli olur?”

Öfke ve intikam tutkusunun çığrından çıkardığı insanları anlatan altı hikâye.

Arjantinli sinemacı Damián Szifron’un yazdığı ve yönettiği, Arjantin ve İspanya ortak yapımı olarak çekilen bir film. Szifron’un -Germán Servidio’nun da katkıda bulunduğu- senaryosu altı farklı hikâye anlatırken bize, komediden drama gerilimden kara mizaha farklı duraklara uğruyor ve her biri farklı çekicilikleri olan içerikleri ile seyirciye “nedir bu insanların derdi?” sorusunu sordurmayı başarıyor. Ortak temaları dışında birbirilerinden tamamen bağımsız olan hikâyelerin her biri, öfkeli karakterlerinin bir şekilde bu öfkelerinin sona ermesine veya yatışmasına neden olacak şekilde sonlanırken, intikamın bazen soğuk yenen bir yemek olduğunu ama bazen de sıcağı sıcağına eyleme geçmeyi gerektiren bir durumun sonucu olduğunu anlatıyor. Hikâyelerin tümü kesinlikle iyi yazılmış -kuşkusuz öne çıkanlar var- ve başarılı kısa hikâyelerin o çekici vuruculuklarına sahip. Cannes’da Altın Palmiye için yarışan, 2015 yılında Oscar’a Yabancı Dilde En İyi Film dalında aday olan (ve son beşe kalan) ve pek çok festival ve yıl sonu değerlendirmelerinden ödülle dönen film, bir yandan eğlendirirken bir yandan da insanoğlunun hırsları, tutkuları, öfkeleri ve arzuları ile aslında nasıl zavallı olduğunu da gösteriyor bize.

Oyuncu kadroları da farklı olan altı ayrı hikâye anlatıyor film; aslında senaryonun ilk hâlinde yedinci bir hikâye daha varmış ama nedense çekilmemiş bu bölüm. Doğrudan ilk hikâye ile başlıyor film ve ardından eğlenceli bir müzik ve National Geographics dergisinde gördüğümüz türden hayvan fotoğrafları eşliğindeki açılış jeneriği ile devam ediyor. Yönetmen bu jenerikteki hayvanların her birinin hikâyelerin ana karakterlerinden birini temsil ettiğini söylemiş bir röportajında ve yönetmen olarak kendisinin sembolünün de tilki olduğunu belirtmiş.

“Tilki bakışı” ile anlatılan hikâyelere gelince: “Pasternak” adını taşıyan birincisinde tüm ömrü boyunca kendisine kötü davranan ve hayatını karartan herkesten toplu olarak intikam almayı planlayan bir adamın hikâyesini izliyoruz. Tesadüf sanılan gelişmelerin aslında bir planın parçası olduğunu karakterlerle birlikte bizim de yavaş yavaş farkettiğimiz filme eğlenceli ve çılgın bir giriş sağlarken diğer hikâyelerin bir parça gölgesinde kalıyor yine de bu ilk bölüm. “Fareler” adını taşıyan ikinci hikâyede yıllar önce kendisinin ve ailesinin hayatını mahveden bir gangsterle, çalıştığı restoranda tesadüfen karşılaşan bir garson kadının aşçının da teşviki ile giriştiği intikama tanık oluyoruz. Hayli sert bir kara mizahı olan bu bölüm iyi anlatılmış bir kısa hikâyenin nasıl etkileyici olabileceğini de gösteriyor bize ve ilk hikâyedeki gibi kahramanı için “mutlu” bir sonla biterken, o hikâyenin aksine kadının bu mutluluğunu daha uzun süre hissedeceğini de görüyoruz.

“En güçlü” adı verilen üçüncü hikâye, bir yol vermeme eyleminin neden olduğu hayli kanlı ve sert bir mücadeleyi ve daha da kanlı sonunu anlatıyor. “Çıldırmak” kelimesi ile açıklanabilecek bir çatışmaya girişiyor iki adam ve kimin daha güçlü olduğunu kanıtlamak isterlerken birbirlerine, yönetmenin hiç çekinmeden sergilediği sert görüntülerle, trajikomik bir “çığrından çıkma” olayının kahramanları oluyorlar. Hikâyenin sonunda, polis memurunun gördüğü manzaranın bir “tutku suçu”nun sonucu olduğunu tahmin etmesi bizi güldürürken, bir yandan az önce tanık olduğumuz vahşet nedeni ile bu gülme hissinden dolayı mahçup hissetmemize de neden oluyor. Gustavo Santaolalla’nın orijinal müziğinin yanısıra pop şarkılarının da kullanıldığı filmin bu hikâyesine Joe Esposito’nun 1983 tarihli “Lady, Lady, Lady” şarkısı eşlik ediyor. Dördüncü hikâye olan “Küçük Bomba” eski binaları dinamitle yıkma işinde uzman olan bir mühendisin arabasının yasak yere park edildiği gerekçesi ile çekilmesi ile başlayan ve dozu gittikçe artan öfkesini ve yasakla ilgili hiçbir uyarı olmamasını geçerli bir mazeret olarak görmeyen bürokrasinin onu çıldırtmasını anlatıyor. Finali kendisi kadar çarpıcı olmasa da prensip sahibi bir insanın modern dünyanın kuralları içinde nasıl çıldırabileceğini etkileyici bir şekilde anlatıyor bu hikâye bize ve kahramanını “mutlu” bir sona kavuşturuyor.

“Teklif” adındaki beşinci hikâyede hamile bir kadına çarparak ölümüne neden olan bir zengin aile çocuğunun babasının parası ve gücü sayesinde kurtarılmasını ve bu kurtarma operasyonunun parçası olan avukat, savcı ve bahçıvanın pazarlıklarının gittikçe çirkinleşmesine ailenin zengin reisinin tepki duyarak teklifini geri çekmesi ile ortalığın karışmasını anlatıyor. Toplumun tüm kesimlerine sert bir eleştiri içeren hikâye başroldeki Oscar Martinez’in oyunu ile de dikkat çekiyor. Yeri gelmişken, filmin altı hikâyesinde yer alan tüm kadronun hayli keyifli oyunculuklar gösterdiğini ve kadrodaki pek çok oyuncunun Arjantin Sinema Akademisi tarafından ödüllendirildiğini veya ödüle aday gösterildiğini de belirtelim bu filmdeki performansları ile. “Ölüm Bizi Ayırana Kadar” adını taşıyan son hikâye ise gerçek zamanlı olarak bir düğünde yaşananları anlatıyor ve damadın ihanetini öğrenen gelinin anlık intikam kararının neden olduğu kaosu ve komediyi sergiliyor. Beklenmeyen bir “mutlu” finalle biten hikâye filmin en çılgın sahnelerine de sahiplik ediyor.

Yukarıda kısaca anlatılan altı hikâyenin toplamı karanlık ve komik bir film olmuş kesinlikle. Arjantin sinemasının ünlü pek çok isminin filmin eğlencesine ve çılgınlığına uyum sağlamış performansları, Gustavo Santaolalla’nın parlak müzikleri ve görüntü yönetmeni Javier Julia’nın başarılı görüntü çalışması ile çekiciliğini artıran film sınırları zorlanan ve kontrollerini kaybeden insanların gidecekleri uç noktaları ve belki de en ilkel dürtülerimizin neden olabileceklerini eğlencesine kayıtsız kalamayacağınız bir şekilde anlatıyor. Modern dünyanın bizi insanlıktan çıkardığını gösteren filmin atmosferinde Pedro Almodovar’ın havasını sezeceklere, bu sinemacının filmin yapımcıları arasında yer aldığını belirtelim ve Damián Szifron’un hınzırca yazdığı hikâyelerine uygun dinamik ve eğlenceli mizanseninin başarısını da vurgulamış olalım. Kaçırılmaması gereken bir “eğlencelik” olarak, görmekte yarar var bu filmi.

(“Wild Tales” – “Asabiyim Ben”)