The War of the Roses – Danny DeVito (1989)

“Babam konu aşk ve intikam olduğunda bir erkeğin bir kadını asla alt edemeyeceğini söylerdi”

On yedi yıllık bir evlilikten sonra boşanmaya karar veren bir çiftin oturdukları evin mülkiyetinin kimde olacağı konusunda anlaşamamaları üzerine başlayan savaşın hikâyesi.

ABD’li oyuncu Danny DeVito’nun 1989 yapımı ve yönetmenliğini üstlendiği ikinci film olan “The War of the Roses – Güllerin Savaşı” Warren Adler’ın aynı adlı romanından Michael Leeson’ın senaryosu ile sinemaya uyarlanan kara mizah tarzında bir çalışma. Hikâyesinde yeterince ikna edici olmasa da seyircisini güldürmeyi başaran film, Kathleen Turner ve Michael Douglas’ın oyunları ile keyif verdiği ama finalinde kendisini affetirse de bir süre sonra tekrara düşen bir eser olarak gösteriyor kendisini.

Küçük görsel oyunları (yumuşak kamera hareketleri, yumuşak zumlar veya eğlenceli çerçevelemeler), kimi hayli eğlenceli söz oyunları ve kara mizahı ile alışılagelen komedilerden ayrılıyor olsa da popüler sinema eserlerinden hoşlananların kesinlikle eğleneceği bir film. Daha hınzır ve sıkı bir komedi olma fırsatını kaçırmasının temel nedeni ise ilginç bir şekilde filmin kara mizah türünde olması gibi görünüyor. Bu kara mizahın bazen açıkça drama kayması örneğin, filmin komedisi ile üst üste attığı yumrukları birden durdurmasına neden oluyor ve seyirci üzerinde yarattığı etkiyi de zayıflatıyor açıkçası. Yoğun bir aşk ile başlayan ve on yedi yılın sonunda kadının erkeğin itirazına rağmen talep ettiği boşanma ile çok farklı bir yere sürüklenen evliliğin bu hikâyesinde kadının derdini, daha doğrusu bu noktaya nasıl geldiğini ikna edici biçimde anlatamamak gibi de bir sorunu var filmin ve bu sorun sonradan çiftin tutuştuğu korkunç savaşın –komedi kalıpları içinde elbette- inandırıcılığına zarar veriyor. Filmin ikinci yarısının tümünü kaplayan savaş boyunca tarafların birbirine yaptığı onca eziyet oldukça eğlenceli sahneleri getiriyor karşımıza ve DeVito bu anları sahnelerin ruhuna uygun biçimde göstermeyi başarmış. Açılıştaki küçük şaka dışında filmin sigaraya yeniden başlama gibi pek çok sahnesini de savaş sahnelerinin eğlendiriciliğine sahip kılmayı başarmış yönetmen.

DeVito’nun kendisinin canlandırdığı avukatın geriye dönüşlerle anlattığı filmin kimi karakterleri sorunlu. Çiftin iki çocuğu örneğin, hikâyeye hiçbir katkıda bulunmadıkları gibi göründükleri tüm sahneler de adeta hikâyeye öylesine eklenmiş gibi duruyor. DeVito’nun avukatının kimi sahneleri ise, örneğin başlardaki yemek sahnesi, hikâyede neden yer aldığı anlaşılmayan ve oldukça eğreti duran anların oluşmasına neden olmuş. Aslında hikâyenin geriye dönüşle anlatılması avukatın tüm anlatma sahneleri hayli eğlenceli olsa da pek de hikâyenin lehine bir sonuç vermemiş; özellikle ikinci yarıda “savaş” tüm hızı ile sürerken anlatıcının araya girmesi filmin bu anlardaki dinamizmine zarar vermiş çünkü.

Turner ve Douglas’ın hikâyenin gerektirdiği dinamizmi başarı ile ortaya koydukları filmde oyuncuların canlandırdığı karakterler pek de sevilesi cinsten değiller. Boşanma sırasındaki savaşın çiftleri nasıl birbirinin gözlerini oymaya hazır insanlara dönüştürdüğünü altını kalın ama eğlenceli çizgilerle çizerek anlatan filme ciddi katkı sağlıyorlar oyunları ile ve Danny DeVito da her zamanki komedi ustalığı ile onlardan geri kalmıyor hikâye boyunca. Stephen H. Burum’un usta görüntüleri ve David Newman’ın filmin kara mizah türüne hayli uygun ve mizahtan çok kara kısmına uyan başarılı müziği filmin diğer çekici unsurları olarak görünüyor. Adını İngiltere tahtı için savaşan ve her ikisinin de sembolü gül olan Lancaster ve York hanedanları arasında 15.yüzyılda gerçekleşen ve otuz yıl süren savaştan alan filmde kahramanlarımızın savaşları bu kadar uzun sürmüyor ve ölenlerin sayısı da hikâyemizin doğası gereği az oluyor. Özetle, daha çarpıcı olma fırsatını yukarıda belirttiğim nedenlerle kaçırmış ama özellikle dinamik finali ile kesinlikle eğlendiren ve Turner ve Douglas ikilisinin zenginleştirdiği bir film karşımızdaki.

(“Güllerin Savaşı”)