Bambaru Avith – Darmasena Pathiraja (1978)

“Hayır, onları sen öldürmedin. Senin yaşam tarzın öldürdü onları”

Küçük bir balıkçı kasabasına gelen şehirli bir girişimcinin bölgedeki dengeyi bozması ile gelişen olayların hikâyesi.

Darmasena Pathiraja’nın yazdığı ve yönettiği bir Sri Lanka yapımı. Yönetmenin en önemli filmi kabul edilen çalışma, ülke içinde yapılan bir değerlendirmede Sri Lanka’da sinemanın ilk 50 yılında çekilen filmler arasında 4. sıraya yerleştirilecek kadar da beğenilen bir yapıt olmuş; orijinal müziği ve folk şarkılarını çekici biçimde kullanabilen, dramatik ve romantik bir hikâyeye politik bir bakışı da yedirmeyi ihmal etmeyen ve sondaki altı fazla çizili manifesto hariç tutulursa bunu ince bir şekilde yapan ve gerek görsel anlayışı gerekse hikâyesi bizde özellikle 1960 ve 70’li yıllarda çekilen politik filmleri, örneğin Yılmaz Güney filmlerini hatırlatan önemli bir yapıt bu.

Hikâyedeki karakterlerden biri olan ve dile getirdiği görüşleri, elinde hep kitap olması ve gözlükleri ile bir sosyalist aydın havasındaki adam hikâyenin sonlarına doğru köy halkına (daha doğrusu bize) hitap ederken ve üstelik köydeki eski yaşamı tanımlamak için komünizm kelimesini de kullanarak Pathiraja’nın ne anlatmak istediğini çok açık ortaya koyuyor filmin. Kuşkusuz adamın “nutku” gereğinden fazla didaktik ve dikkatle seyreden bir seyirci için hatta gereksiz bir vurgu da içeriyor ama neyse ki kısa sürmesinin de katkısı ile bu tercih çok da rahatsız etmiyor. Köye şehirden gelen “Küçük Bey”in orada balıkçılık üzerine kurulu hayatların düzenlerini, “oraya ait olmayan” ve aydın arkadaşının ifadesi ile “ne denizi ne de halkını seven” birisi olarak bozması ile ortaya çıkan sonuçları anlatıyor film. Bir köye “kapitalizmin girişi” ile yaşananlar seyrettiğimiz ve halk(lar)ın iradesinin yerini dışarıdan sermaye ile gelenlerin ve bunun sonucu olarak merkezî bir gücün aldığı bir kısa tarihi seyrediyoruz. Filmin sadece “sermaye”yi değil, yöredeki güçlü adamın kurduğu otoriteyi de eleştirisinin kapsamına alması ve halkın iradesini öne çıkarması ayrıca önemli. Senaryo aynı kadını seven iki farklı karakter üzerinden, tüm arsızlığı (ya da özensizliği) ile dışarıdan gelenlerin neden olduğu trajedileri doğal bir biçimde yerleştirebilmiş hikâyeye.

Darmasena Pathiraja hikâyesini anlatırken başta ve sondaki köy halkı görüntüleri veya cenaze sahnesi gibi bölümlerle bireysel değil, toplumsal olana önem verdiğini ortaya koyuyor net bir şekilde ve Türkiye sinemasında da örneğin Yılmaz Güney veya Şerif Gören filmlerinden aşina olduğumuz fotoğraflar çıkarıyor karşımıza. Sinema dili bir parça ham ve hatta bugüne göre bir parça eskimiş duruyor ama yönetmenin hikâyesine ve karakterlerine anlamak ve hikâyelerini anlatmak odaklı bakışı gerekli zenginliği katıyor yapıta. Tıpkı Güney’de olduğu gibi halkını seven, meselelerini dile getirmeye özen gösteren ve bunu bir sinemasal çerçeve içinde yapmaya gayret eden bir sinema dili burada yönetmenin kullandığı. Eserlerinde yerel motifleri Hint ve Batılı havalarla kaynaştırarak çağdaş bir “sound” yakalaması ile bilinen Premasiri Khemadasa’nın hayli güçlü ve başarılı müziklerinin (filmden bağımsız olarak da dinlenebilecek bir zenginliği var bu çalışmaların) gerekli dramatik havayı yakalamakta önemli bir katkı sağladığı film, “Burası onların toprakları. Kendi iyilikleri için neyin en iyisi olduğuna karar vermek onların en doğal hakkı” repliğinin özeti olabilecek bir hikâye anlatıyor bize.

Yönetmen birkaç sahnede klasik sinema dilinden uzaklaşıyor ama bunu filmin geneli ile herhangi bir uyumsuzluk yaratmayacak şekilde yapıyor. Örneğin “ilk sevişme” sahnesi, bir şarkının hâkim olduğu “kadın ve iki âşığı” bölümü ve boş bir mekânda karakterler gösterilmeden sadece yankılanan seslerinin duyurulması filme kayda değer bir farklılık katıyor. Hikâye yorumlara açık bir şekilde deniz kenarında sona ererken toplumsal meselelerin kurbanlarının arasında kadınların hemen her zaman yer aldığını da söylüyor doğru bir saptama ile. Donald Karunaratna’nın görüntülerinin yönetmenin hayal ettiği görsel atmosferi çekici bir şekilde yarattığı filmin adının ima ettiğini de atlamamak gerekiyor; hikâyede köyün güçlü adamı bir kadına kendi göğsünü ve oradaki haç dövmesini işaret ederek “Arılar burada” diyor ve bir diğer sahnede iki farklı aşkın hedefi olan genç kadını annesi “arıları kendisine çekebileceği” uyarısı ile azarlıyor. Hikâyedeki halkın her türlü varlığına (balık, toprak, iktidar, kadın bedeni vs.) işte bu ifadeleri hatırlatacak şekilde üşüşen “arılar”ın neden olduklarını anlatan bu ilginç yapıt sade ve sakin dili ile geniş kitlelerin ilgisini çekemeyebilir ama Sri Lanka sinemasından önemli bir örnek olarak ilgiyi hak ediyor kesinlikle. Filmde Küçük Bey Viktor’u canlandıran Vijaya Kumaratunga ile ilgili önemli bir bilgiyi eklemekte de yarar var son bir not olarak. Ünlü oyuncu sosyalist bir partinin kurucusu ve lideriydi ve 1988’de politik bir suikast sonucu hayatını kaybetmişti. Onun ölümünden sonra bir süre partiyi yöneten eşi Chandrika Bandaranaike ise ülkenin ilk ve bugüne kadarki son kadın cumhurbaşkanı olarak 1994 – 2005 arasında Sri Lanka’yı yönetmiş.

(“The Wasps are Here”)