Loin des Hommes (İnsanlıktan Uzakta) – David Oelhoffen : Fransız sinemacı David Oelhoffen’in Albert Camus’nun “L’Hôte” adlı hikâyesinden uyarladığı ve yönettiği bir film. İlk kez 1957’de basılan hikâye Cezayirli isyancılar ile Fransız kuvvetlerinin arasındaki bağımsızlık savaşının sürdüğü yıllarda “tarafsız” kalmayı seçmeye çalışan bir adamı anlatıyor. Camus’un hikâyesini uzun metrajlı bir filme yayabilmek için yeni karakterler ve olaylar eklemiş Oelhoffen filmine ve ortaya ilgiyi hak eden ve sorgulayan/sorgulatan bir sonuç koymuş. Dağ köylerinde yaşayan Cezayirli çocuklara öğretmenlik yapan İspanyol asıllı bir Fransız vatandaşı ile, polise götürmesi için kendisine emanet edilen ve siyasi olmayan bir cinayet işleyen bir Cezayirli bu filmin iki temel karakteri. Bölgenin coğrafyasından akıllıca yararlanan, gerek görselliği gerekse hikâyesinin kurgusu nedeni ile bir western havasını da karşımıza getiren film savaşa bulaşmayıp, işini yapmaya çalışan bir öğretmenin taraf tutmama çabasını ve bu çabanın doğal olarak neden olduğu “iki tarafın da düşmanı olma” durumunu anlatırken, “zorunlu bir ortak yolculuğa” çıkan iki karakter arasındaki ilişkiyi de didaktizm tuzağından çoğunlukla sıyrılmayı başararak sergiliyor seyircisine. Mutlak tarafsızlığın mümkün olup olmadığını da düşündürten film Nick Cave ve Warren Ellis imzalı müzikleri ile de dikkat çekmeye aday. Viggo Mortensen Fransızca, Arapça ve İspanyolca konuştuğu filmde kendisine eşlik eden Reda Kateb ile birlikte filmi sürüklüyor ve Guillaume Deffontaines’in özellikle dış mekanlarda çok başarılı olan görüntüleri ile birlikte filmin çekicilik kaynaklarından birini oluşturuyor. Eski usul sinemanın o hoş ve bir parça nostaljik havasını da taşıyan film, görülmeye kesinlikle değer bir çalışma özetle.
(“Far From Men”)
Matterhorn – Diederik Ebbinge : Hollandalı oyuncu Diederik Ebbinge’nin yönettiği ilk uzun metrajlı film. Bach’ın kendisinin üstün yeteneklerini övenlere söylediği “O kadar da zor değil. Tek yapmanız gereken, doğru zamanda doğru notalara basmak” sözü ile açılan film Bach’ın eserlerini de kullandığı hikâyesini tıpkı bestecinin söylediği gibi “basit ve doğru zamanda doğru öğelerin karşımıza” geldiği bir biçim ve içerik ile anlatıyor. Zaman zaman absürt diye nitelenebilecek bir kara mizahı da olan film, her ne kadar finalinde bir “gay pride” kolaycılığına kapılmış gibi görünse de, bunu affettirecek bir sıcaklık ve sevimliliğe sahip ve birbirinden çok farklı iki erkeğin dostluğunu, unutma, affetme ve barışma kavramları ile birlikte samimiyet ile anlatıyor bize. Seyircisini zaman zaman güldüren film temel olarak bunu değil, samimiyet duygusunu uyandırmayı hedefliyor ve başarıyor da bunu. René van ‘t Hof ve özellikle Ton Kas’ın ekonomik oyunlarının da zenginleştirdiği filmin yönetmene ait olan senaryosundaki yan karakterler bir parça klişe görünebilir ama sanırım özellikle bu şekilde çizilmiş bu karakterler; Ebbinge tam da bu alıştığımız karakterler üzerinden, herhangi bir tekrara da düşmeden anlatarak hikâyesini tanışıklığın sağladığı hazır samimiyeti ustaca kullanıyor. Filmin set tasarımı ve “ıssız” görüntüleri de takdiri hak ederken, belki hikâyenin biraz fazlası ile doğru notalara bastığını ama bunun kesinlikle önemli bir problem olmadığını da söyleyelim.