“Bu ödül benim! Bu ödülü benim hak ettiğimi bütün dünya biliyor. Ama siz kasıtlı olarak bana vermediniz. Beni basının, halkın ve meslektaşlarımın önünde özellikle küçük düşürdünüz. Benim yeteneğimi ret etme konusunda inadınızın zirvesine çıktınız”
Bir Shakespeare oyuncusunun başarısını sürekli görmezden gelen (hatta oyunculuğunu aşağılayan) ve ödül vermeyen eleştirmenlerden aldığı intikamın hikâyesi.
Douglas Hickox’un İngiliz yapımı bu filmi 1970’lerden hoş bir sürpriz. Başroldeki Vincent Price’ın kariyerindeki en sevdiği filmlerden biri olduğunu belirttiği çalışma, oyuncunun tam anlamı ile döktürdüğü, oyun tarzına hayli yakışan hikâyenin keyfini sürdüğü ve seyirciye de aynı keyfi yaşattığı bir sinema eseri. En az senaryonun kendisi kadar değer taşıyan ve Stanley Mann ile John Kohn’a ait bir fikirden yola çıkarak Anthony Greville-Bell tarafından yazılan film hayli kanlı bir kara komedi ve kimin yaptığını bildiğimiz için bunun yerine nasıl yapılacağına odaklandığımız cinayetleri ile kesinlikle çekici. Beklenmedik sertliği bazı sahnelerde kimileri için rahatsız edici olabilir açıkçası ama hem hikâyesi hem oyuncuları hem de yönetmenliği ile kara komedi tanımın altını tam anlamı ile dolduruyor ve izlenmesi gereken filmlerden biri oluyor bu çalışma.
Öncelikle bir Vincent Price filmi bu. Korku ve gerilim filmlerinin bu büyük oyuncusu fiziği ve ün kazandığı tür nedeni ile klasik yıldızların arasına giremedi ve onlara lâyık görülen “büyük” ödüllerle birlikte adı düşünülmedi hiç. İşte bu filmde de klasik Shakespeare yorumları ile bilinen ama alacağına emin olduğu eleştirmenler ödülü genç bir oyuncuya verilince çileden çıkan bir oyuncuyu getiriyor karşımıza, adeta kendisini oynayarak. Price gerçek hayatta da bu denli öfkelenmiş ve önce kendisini sonra da eleştirmenleri öldürmeyi düşünmüş müdür bilmiyorum ama burada rolünü tam anlamı ile üzerine giydirmiş bir elbise gibi. Zaman zaman filmlerinde -beklentiler doğrultusunda belki de- abartıyı oyununun bir parçası yapan Price burada tam da kendisine göre yazılmış bir rolün hakkını veriyor. Kılıktan kılığa giriyor ve Shakespeare oyunlarından tiratlar eşliğinde işliyor cinayetlerini. Üstelik oyununda bu kez en ufak bir abartı yokmuş gibi duruyor; bu görünümün nedenleri hem gerçekten onun kendisini bir parça frenlemiş olması hem de hikâyenin de kalan abartının çok yakıştığı bir içeriğe sahip olması. Eleştirmenlerin her birini Shakespeare oyunlarından seçtiği bir cinayet sahnesini taklit ederek öldüren bu yüksek egolu oyuncu hem sinemanın kalıcı karakterleri arasına giriyor hem de Price’ın kişisel zirvelerinden birine aracılık etmiş oluyor.
Michael J. Lewis’in hikâyeyi bire bir yansıtan müziğinden destek alan film pek çok unutulmayacak sahneye sahip; bunların bir kısmının kanlı vahşeti ile ve filmin kara komedisinden bu denli sertinin beklenmemesi ile şaşırttığını bir uyarı olarak eklemek gerekiyor yalnız. Atın sürüklediği adam, Shakespeare’in ünlü karakteri Othello gibi kıskançlık sonucu karısını öldüren eleştirmen veya karısı yanında uyurken sağa sola fışkıran kan eşliğinde doğranan adam bunların sadece birkaçı. Bu sahneleri Price’ın dışında başarılı kılan iki temel öğe daha var: Bir Shakespare oyunundan esinlenmiş olmaları ile sahip oldukları doğal çekicilik ve yönetmen Hickox’un yalın bir yönetmenlikle bu sahneleri benzersiz kılması. Hickox bir şeyi daha çok iyi yapıyor: Çıldırmış oyuncuya cinayetlerinde yardım eden evsizleri bir “koreografinin” eşliğinde filmin geriliminin parçası yapan bir mizansen anlayışı ile filme ürkütücü bir şıklık katıyor. İntihara teşebbüs eden ama ölmeyen adamın çamurlu suyun içinden çıkarıldığı sahne adeta bir Yunan trajedisi gibi çekilmiş örneğin ve işte bu evsizler tıpkı böyle bir trajedideki gibi hareket ederek filme ürkütücü bir keyif katıyorlar. Filmin 2005 yılında tiyatroya uyarlanması da, hikâyenin taşıdığı “trajedi türünde bir tiyatro oyunu” havasının sonucu olsa gerek.
Price’a eşlik eden tüm oyuncuların (başta oyuncunun kızını canlandıran Diana Rigg ve eleştirmenlerden birini oynayan Ian Hendry olmak üzere) keyifli performanslar gösterdikleri film en karasından bir komediden trajediye ve melankoliye uzanan ve çok akıllıca düşünülmüş bir fikir üzerine inşa edilmiş hikâyesi ve yaratıcıları arasına Shakespeare’i de eklememizi gerektirecek kadar bu ustadan esinlenmesi ile kesinlikle değerli bir film.
(“Much Ado About Murder” – “Kanlı Oyun”)