The Cabin in the Woods – Drew Goddard (2011)

“Bizim görevimiz antik tanrıları yatıştırmak; onlara kurban edilmek ise sizin göreviniz”

Bir haftasonu kaçamağı için orman içindeki bir kulübeye giden beş gencin yaşadığı dehşetin hikâyesi.

Amerikalı yönetmen Drew Goddard’dan korku filmlerinin klişeleri üzerine yazılmış bir hikâye ile anlatılan ama kendisinin bu klişelerden ne kadar muaf oduğu tartışmalı bir film. Her biri bu tür filmlerin ortak olan karakterlerini simgeleyen beş arkadaşın yaşadıkları, erkenden ortaya koyulan asıl gerçek ile birlikte ve bol bol katliamın yaşandığı, ortalığın kan gölüne döndüğü bir hikâye ile anlatılıyor. Kimilerince hayli eğlenceli bulunan film bana daha çok türüne yeni bir açılım getirmeye çalışan ama bunda pek de başarılı olamayan ve başarılı olamadığı için de özellikle final bölümü ile yoran bir çalışma olarak göründü.

Final sahnesinde karşımıza çıkan ve gençlerin yaşadıklarının nasıl büyük bir tuzağın (veya oyunun veya kutsal bir ayinin diyebilirsiniz; film hepsine göz kırpan bir hikâyeye sahip) parçası olduğunu anlamamızı sağlayan kuruluşun temsilcisi rolündeki Sigourney Weaver’ın sahnesi aslında belki de filmin nerede başarısız olduğunu anlamaya yarayacak en iyi araç. Ne bu sahnedeki mizansen anlayışı ne de Weaver’ın karakterinin ağzından duyduğumuz “açıklamalar” filme hedeflediği farklılığı, büyüklüğü veya gerçeğin korkunçluğunun yaratacağı dehşet duygusunu elde etmekte yardımcı olabiliyor. Aksine bu sahneye kadar dökülen kanlar, yüzleşilen yüzlerce canavar, yaratık, zombi vs. ve katliamlar seyredeni yeteri kadar yormuşken bir de üzerine bu başarılamamış final gelince, filmden övgü ile söz etmek iyice zorlaşıyor. Başrol oyuncularının genellikle vasatın üzerine çıkamayan oyunları da filmin peşine düştüğü çarpıcılığın hayli uzağında kalmasına neden olmuş açıkçası.

Film beş tipik karakter ile anlatıyor hikâyesini ve bunu özellikle yapıyor; bu karakterler sarışın, aptal ve seksi bir kız (gerçek sarışın olmadığını ve kullandığı saç boyasının onu yavaş yavaş aptallaştırdığını öğreniyoruz), onun sevgilisi sporcu ve yakışıklı genç, masum bir bakire (bu tanıma pek uymasa da, elde olanla yetindik diyor oyunu hazırlayan yönetici), entelektüel bir genç adam ve grubun komiği rolündeki bir başka genç bu karakterler. Senaryo bu klişe karakterleri gerçek sarışın olmamaları, komiğin bir yarı kahramana dönüşmesi gibi unsurlarla farklılaştırarak filmi türün diğer örneklerinden ayrı bir yere oturtmaya çalışmış ama sonuçta karşımızdakinin bu örneklerden sinemasal olarak hiçbir farkı yok. Evet burada da oluk oluk kan akıyor, gözler oyuluyor, arada erotizme göz kırpılıyor vs. Genellikle başarılı olan efektler ise zaman zaman göze fazlası ile batan dijital yapıları ile rahatsız edebilirler. Özellikle yüzlerce korkunç yaratığın ortalığı bir katliam alanına dönüştürdüğü hayli uzun sahne bu rahatsızlığın en çok dikkat çektiği bölüm.

Film eli yüzü düzgün anlatımı ile klişelerle oynayan bir komedi olarak düşünülseymiş (klişeleri ters yüz etmeyi ve buradan farklı bir yere gitmeyi beceremediğine göre geriye bu kalıyor), belki daha eğlenceli bir sonuç ile karşılaşabilirdik. Bu hali ile sıkmayan, arzu ettiği kadar olmasa da merak uyandıran ve iyi vakit geçirtebilecek ama kesinlikle farklı olamayan bir film olmuş sadece.

(“Dehşet Kapanı”)