“Limon ağacı çok güzel ve limon çiçeği çok tatlı ama zavallı limon meyvesini kimse yiyemez”
Güvenlik nedeni ile limon bahçesindeki ağaçları İsrailliler tarafından kesilmek istenen bir Filistinli kadının hikâyesi.
Herhalde Filistinli ve yalnız yaşayan bir kadın için en kötü komşu İsrail Savunma Bakanıdır. Kahramanımızın başına gelen tam da bu ve “doğal” güvenlik önlemleri gereği teröristler için iyi bir gizlenme veya saldırı yeri olabilecek bahçesinin ayakta kalması mümkün değil. Bir bireyin hem tek geçim kaynağı hem baba yadigârı olarak gördüğü bahçesinin bir politik soruna dönüşmesi, söz konusu ”nesnenin” “doğallığı” ile taban tabana zıt ve ancak insanın insana yapabileceği bir kötülüğün “yapay” bir sonucu olabilir. Film bu durumu ve kadının mücadelesini sıcak, alçak gönüllü ve hüzünlü bir tonda aktarırken, binlerce yıldır süren Ortadoğu karmaşasının hiçbir zaman çözülemeyeceğini vurgulayan bir trajik final ile sonlanıyor.
Savaşın hiç bitmeyen atmosferinin hüküm sürdüğü bir ortamda insanların bu hayata adapte olması ve savaşın gerçekliği ile birlikte yaşamayı öğrenmesi gerekiyor. Film mücadelenin her iki tarafındakiler için de bunu vurguluyor sürekli. Güçlü taraf elbette daha avantajlı ve yaşam koşullarının çoğunu dayatabiliyor diğerine ama film onun da hiçbir zaman huzurlu ve sürdürülebilir bir mutluluğa erişemeyeceğini söylüyor. Tüm o dikenli teller, güvenlik duvarları ve nöbetçi kulübeleri çağlar boyunca insanın insanı ne duruma düşürdüğünü özetlerken, limon bahçesi de insanın kendi iç didişmelerinin dünya üzerindeki diğer canlılara (burada bir limon ağacına örneğin) ödettiği bedelin sembolü oluyor. Film son karesinde karşımıza getirdiği trajik görüntü ile bu konularda hiçbir umut vaat etmiyor. Vicdan sahibi bireylerin düzenin normal şartlarının böyle olduğu bir ortamda tek başına bir çözüm üretemeyeceği ve en fazla bu vahşetten uzak durabileceği de senaryonun bize diğer söyledikleri. Kahramanımız bu hayatta payıma düşen çileyi zaten çektim diyerek mücadelesine girişse de tüm bu kaos ortamında hiçbir şeyin ne başının ne de sonunun olacağı açık bir gerçek aslında.
Belki çok çarpıcı bir sinemasal başarısı yok filmin ama yine de o büyük savaşların, büyük sözlerin, büyük kavgaların nihayetinde küçük insanların kaybetmesinden başka bir sonucu olmadığını sıcak bir sinema dili ile anlatmayı başarıyor. Baş oyuncu Hiam Abbas filmin bu samimiyetinde en büyük pay sahibi olanlardan biri. Abbas etkileyici bir şekilde aktardığı mücadelesini pek çok alanda yapmak durumunda; kocası ölmüş ve çocuğu Birleşik Devletlerde hayatını kazanma çabası içinde, kızının kendi problemleri var, etrafındaki Filistinliler için onun mücadelesi değil namusu çok daha önemli ve sürekli bir mahalle baskısı yaratıyorlar kendisine, davasına destek veren ve aralarında bir yakınlaşma olan Filistinli avukatın eninde sonunda kendi derdine düşeceği belli. Kendisinin gerçek anlamda tek yakınında olan babası ile birlikte onu büyütmüş olan aile büyüğü ve onun mahkemede limon ağacını savunurken yaptığı konuşma da filmin içe dokunan anlarından birini oluşturuyor.
Filmin belki üzerine daha fazla gidebilse çok daha farklı ve ilginç yerlere varabileceği bir alanı var aslında. O da kadının İsrailli bakanın eşi ile olan ve çoğunlukla çit üzerinden karşılıklı bakışmalar ile sınırlı kalan ilişkisi ama o kadın da sadece vicdan sahibi bir çaresiz konumunda. İkilinin mahkemedeki sessiz karşılaşma anı ise yine filmin etkili anlarından biri ve iki kadının kısacık gülümseme anı içindeki iktidar, mülkiyet ve güçle ilişkili duygulardan sıyrılabilse insanların neler elde edebileceğinin de göstergesi oluyor. Daha iyi bir şekilde işlenebilse filmi de daha üst düzeye taşıyabilecek bir zıtlık yaratabilirdi bu ilişki.
Yumurta atmaya ve ıslık çalmaya alternatif bir protesto da öneren, sık sık görüntüye gelen sert bakışlı ölü koca fotoğrafı ve mantıkta önermeler dersindeki soruları çalışan asker (ki burada mantıksızlığın hüküm sürdüğü bir dünyada bu dersin yarattığı alaycı yaklaşımı da belirtmek gerek) ile eğlendiren, İsrail-Filistin sorununa değil bu sorunun tam ortasında kendini bulan kişinin kadın olmasından kaynaklanan ilave zorlukları da dile getiren, belki biraz naif ama ilgiyi hak eden bir film. Hangi şartlar altında olunursa olsun, aşkın ışığının “aydınlatma” gücünü hep taşıyacağını, aşkın yüreklendireceğini de söyleyen ve kimi anlarında etkileyici olmayı başaran bir dram.
(“Lemon Tree” – “Limon Ağacı”)