American Graffiti – George Lucas (1973)

“Bu lanet kasabadan nihayet kurtulacağız ama sen çukuruna geri dönmek istiyorsun, öyle mi? John gibi mi olmak istiyorsun? Tüm ömrün boyunca on yedi yaşında kalamazsın”

İkisi üniversiteye gitmek için kasabayı terk etmeden önce birlikte son bir gece geçirmek isteyen bir grup gencin hikâyesi.

1962 yılında Kaliforniya’da tek bir gecede geçen bir hikâye. Senaryosunu George Lucas, Willard Huyck ve Gloria Katz’ın yazdığı bu ABD yapımının yönetmen koltuğunda oturan isim ikinci kez bir uzun metrajlı konulu filme imzasını atan Lucas olmuş. Çok düşük bir bütçe (777 Bin Dolar) ile çekilen ama sadece ABD’de 115 Milyon Dolar kazanan bu film bugün özellikle Amerikan sineması için bir klasik. Sonraları hayli ünlü olan pek çok oyuncusunun sinemadaki ilk büyük çıkışlarını göstermelerini sağlayan film dört genç erkek karaktere odaklanarak onların bir gece boyunca yaşadıklarını ve o geceyi onların büyümesinin sembolü olarak kullanarak anlatıyor. Seks (daha doğru seks dürtüleri), içki, dans, müzik ve arabalarla dolu bu gece tam bir Amerikan resmi çiziyor bize. Öyle ki hem olumlu ve özellikle Amerikalı olmayanlar için hem de olumsuz anlamında fazlası ile Amerikalı bir film bu. Buna karşılık alışık olduğumuz türden bir gençlik filmi gibi başlayan ama akıllıca yazılmış hikâyesi sayesinde karakterlerine gittikçe ısındığınız ve sevimli bir filme dönüşen bu yapım özellikle gençlik yıllarını geride bırakmış olanlar üzerinde yarattığı nostalji duygusu sayesinde hayli etkileyici olmayı da başarıyor.

Tek bir gecede geçiyor hikâyenin büyük bir kısmı ve bir karakterin hikâyenin finaline doğru söylediği gibi “Amma geceydi ha!” nitelemesini kesinlikle hak eden bir zaman dilimi bu. Hikâyedeki dört ana erkek karakterden üçünü George Lucas kendi gençliğinin farklı dönemlerinden esinlenerek yaratmış söylendiğine göre. Bunun da katkı sağladığı gerçekçilik etkisi ile olsa gerek, film ABD’de büyük bir ilgi görmüş ve pek çok sinemasevere kendi gençlik günlerinin izini derinden hissettiren bir nostalji duygusunun da doğmasını sağlamış. Karakterlerden ikisinin üniversite için kasabayı terk etme konusundaki hislerinin ve tereddütlerinin hikâyesi de olan film bu terk etme eylemini büyümenin ve yetişkin olmanın da göstergesi olarak kullanıyor. Hikâyede birkaç kez geçen “Yuva bulmak için yuvanı terk etmenin, yeni bir hayat bulmak için bir hayattan vazgeçmenin, yeni arkadaşlar bulmak için arkadaşlarına hoşça kal demenin bir anlamı yok” cümlesinin de sembolü olduğu bir tereddüt iki ana karakterin farklı kararlar almalarına neden olurken, bir gece boyunca tanık olduklarımız da bu kararlara giden yolu gösteriyor bize. Kararların ikisini de yargılamıyor film ve sık sık mizaha da başvurduğu hikâyesi boyunca dört genç erkek ile etraflarındaki kızların maceralarını hareketli ve eğlenceli bir dil ile anlatıyor.

Çok düşük bütçe nedeni ile Lucas teknik ekibin tümüne ödeme yapamayınca onlara para yerine jenerikte adlarını yazmayı önerebilmiş sadece. Aslında bu önemli bir teklif çünkü o tarihe kadar jeneriklerde sadece ana teknik rollere yer verilirken, burada tüm ekibin adı yer almış ve böylece bir bakıma bugün dakikalarca süren kapanış jeneriklerine giden yolu da açan isim olmuş Lucas. O dönemde hiçbiri yıldız olmayan ve bazılarının adı hiç bilinmeyen oyuncuları nedeni ile yapımcı şirket filmden pek beklentisi olmadığı için altı ay boyunca vizyona sokmamış bu eseri ama soktuğunda da müthiş bir gişe geliri elde etmiş. Lucas’ın Federico Fellini’nin 1953 yapımı “I Vitelloni – Aylaklar” filminden esinlenerek yazdığı hikâyenin ABD’de bu denli ilgi görmesinde ülke halkında yarattığı nostalji duygusu sayesinde ulaştığı gerçekçiliğin büyük payı var kuşkusuz. Lucas’ın hikâyesi ilerledikçe seyirciyi saran sıcaklığı, tek bir gece için çok fazla olsa da birbirine ustalıkla bağlanmış olayları, karakterlerinin akıbetlerine ilgi duymanızı sağlayan içeriği ve genç mizahı ile filme cazibe sağlayan en önemli unsur ve oyuncuların karakterlerini canlandırırken ulaştıkları samimi gerçekçilik de buna eklenince eserin seyirci başarısı daha da anlaşılır oluyor. Amerikalı seyirciler için buna ek olarak bir de filmin fazlası ile Amerikalı olmasının etkisi var: Açılış jeneriğinde fotoğrafı gösterilen “drive-in” restoran, her tipi ile karşımıza çıkan Amerikan arabaları, filmde kendisini canlandıran radyocu Wolfman Jack ve elbette tüm o şarkıları (hayli sıkı bir şarkı seçimi var filmin ki neden olacağı aşırı nostaljiye karşı hazırlıklı olmanız gerekiyor) ile hayli Amerikalı ve bir o kadar da beyaz bir film (tek bir sahnede çok kısa bir süre görünen siyah bir çift var sadece) bu.

Kimi mizah anları ile seyirciyi eğlendirmeyi da başaran film hikâyesinin “gerçekliği”nden o denli emin ki kapanış jeneriğinin sonunda dört genç erkeğin sonraki hayatları ile ilgili olarak adeta karakterler gerçekmiş gibi bir bilgilendirme metnine de yer veriyor. Kadronun büyük bir kısmı ile ve altı yıl sonra Bill L. Norton tarafından çekilen ama ilkinin gördüğü ilginin çok gerisinde kalan “More American Graffiti” adlı bir devamı da olan filmde dört ana karakteri canlandıran ve sonradan yıldız oyunculara dönüşen Ron Howard, Richard Dreyfuss, Paul Le Mat ve Charles Martin Smith’in yanında yine ileride bir başka büyük yıldıza dönüşecek olan Harrison Ford da küçük bir rolde görünüyor. Onlara eşlik eden Cindy Williams, Candy Clark ve Mackenzie Phillips de yine sonradan sağlam oyunculuk kariyerine sahip olan genç oyuncular olarak dikkat çekiyorlar filmde ve onlara eşlik eden tüm diğer oyuncuların performansı da filmin sağlam bir “kasting” başarısı olduğunu gösteriyor bize. Sanat yönetimi, kostüm ve kurgusunun da böylesine düşük bütçeli bir film için mükemmel denecek başarısı ile bu “radyo günleri” filminde finaldeki kısa kaza sahnesi ima ettiği sertliği ile sanki yanlış bir seçim gibi görünüyor; çünkü filmin genel havasına ters düşen bir sahne bu ve örneğin karakterlerin yazı ile gösterilen akıbetlerinin yarattığı ve hikâyeye yakışan hüznün doğallığına da sahip değil.

(“Gençlik Yılları”)