Mai ve Siyah – Halit Ziya Uşaklıgil

Edebiyat tarihimizin en uzun soluklu dergilerinden biri olan Servet-i Fünûn etrafında toplanan şair ve yazarların dahil olduğu Edebiyat-ı Cedîde grubunun önde gelen isimlerinden Halit Ziya Uşaklıgil’in 1897 tarihli romanı. Önce Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilen kitap genellikle yazarın ustalık döneminin ilk eseri olarak kabul edilirken, aynı zamanda romanımızın Batılı anlamdaki ilk örneklerinden de biri olmuştu. Ahmet Cemil adlı gazeteci gencin hikâyesi üzerinden, hayallerin gerçeklerle çatışarak tuzla buz olmasını ve başta Bâb-ı Âli çevresi olmak üzere, dönemin sosyal ve toplumsal gerçeklerinin belirlediği dünyanın acımasızlığını anlatıyor okuyucuya bu kitap. Cumhuriyet döneminde yeni alfabeye geçilmesinden sonra, yazarın kendisi tarafından dili sadeleştirilen romanın İş Bankası Kültür Yayınları tarafından hazırlanan baskısında Ali Faruk Ersöz günümüz Türkçesini gözeterek tekrarlamış bu işlemi. Kitabın girişinde yazarın kendi yaptığı sadeleştirme ile ilgili kısa yazısı (“Birkaç Söz”) ve Ersöz’ün hem roman hem de kendi sadeleştirmesi için hazırladığı bir metin (“Mai ve Siyah Üzerine”) yer alıyor. Servet-i Fünûn yazar ve şairlerinin ortak özellikleri olarak gösterilen karamsarlık, çekingenlik ve yaşadıkları baskıcı yönetimden kaçıp uzaklaşma isteklerini Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Cemil’in yaşadıkları aracılığı ile somut ve güçlü bir şekilde anlatıyor kitabında ve edebiyatımızın en trajik kahramanlarından birini yaratıyor.

Hayallerin hâkim olduğu bir mai (mavi) gece ile başlayıp, gerçeklerin egemenliği ele geçirdiği bir siyah gece ile kapanıyor roman. Bu arada olanlarda ise hep Ahmet Cemil var; başına gelenler, hayaller, trajediler ve arzuları ile. Basın dünyasında isim sahibi olmayı ve edebiyat dünyasını kendisine hayran bırakacak bir eser yaratmayı hayal eden Ahmet Cemil’in, karşısına çıkanlarla baş edemeyişini (ya da etmeyişini) ve sonunda Servet-i Fünûn sanatçılarının hayal ettikleri gibi Yeni Zelanda’ya olmasa da, Osmanlı’nın uzaktaki topraklarına, çöle gitmeyi seçmesi Uşaklıgil’in içinde olduğu sanat anlayışı ile hayli uyumlu ve bu bağlamda değerlendirince, yazarın bir bakıma kendisini anlattığını da söylemek mümkün.

Halit Ziya Uşaklıgil 1928’deki bir röportajında “romanın tesadüfen eline geçen bir nüshasını karıştırırken bazı sahifelerin kendisini ağlattığını” söylemiş. “Şöhret bulmak, yazar olmak, herkesçe tanınmak, … edebiyat dünyasının bir gün yüksek zirvelerine çıkmak ve ismini o kadar yükseltmek ki…” hayalleri içinde yaşayan ve geleceğini onlar üzerine kuran ama peş peşe malî ve manevî yıkımlarla karşılaşan genç adamın hayatı gerçekten de göz yaşartacak trajedilerle dolu ve klasik romanlara özgü uzun cümleler ve yoğun / detaylı tasvirlerle anlatılan bu “maiden siyaha dönüş” hikâyesi karakterinin karamsarlığını ve yılgınlığını okuyucuya da geçirecek bir güç taşıyor. Mai ve siyah sözcüklerini sembol olarak sık sık kullanan yazar (Ahmet Cemil’in, ailesinin hâli vakti yerinde arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin yaşadığı köşkün rengi de gök mavisi örneğin) tamamen genç adamın üzerine kurmuş anlatımını ve her olguyu onun algılaması üzerinden aktarıyor okuyucuya; bu da romanın çekici olabilmesi için ana karakterle ilgili psikolojik çözümlemenin sağlam inşa edilmiş olmasını gerektiriyor ki Uşaklıgil’in önemli başarılarından biri de işte bu alanda. Ahmet Cemil’in ruhuna ve zihnine egemen olan her duygu ve düşünce ve diğer insanlarla olan ilişkilerini bizim de çok yakından hissedebileceğimiz bir etkileyicilikle kaleme almış yazar.

Yazarın bir sonraki romanı olan “Aşk-ı Memnu” ile de bir ortaklığı var bu eserin: Erkek kahramanın kendisinden yaşça küçük bir genç kıza duyduğu ilgi. Oradaki amca yakınlığı, burada arkadaş ile kurulmuş, iki genç kız da hayatı yeni yeni tanıyor, piyano çalıyor ve elbette mürebbiyeleri var ve her iki “aşk” da kötü bir sonla bitiyor. Bu ortaklıkların önemli bir gerekçesi kuşkusuz dönemin toplumsal gerçeklerinin sonucu ama yine de iki eser arasında bir iz sürme imkânı da sağlıyor okuyucuya. Baş karakterinin edebî fikirleri aracılığı ile dönemin edebiyat tartışmalarına da (eski ile yeninin çatışması başta olmak üzere) değinen yazarın, kitapta kurgu açısından tartışmaya açık bir yaklaşımı da olmuş: Hüseyin Nazmi karakterinin hikâyeye giriş ve çıkışları. Sanki Uşaklıgil bu karaktere, Ahmet Cemil’in yaşadıklarını kurgulayabilmek ve hayal kırıklıklarını daha güçlü kılmak için ve sadece buna ihtiyaç duyduğunda başvuruyor ve bu da özellikle iki genç adamın ilişkilerinde bir tutarsızlık yaratıyor. Ne var ki önemli bir sorun değil bu; çünkü romanda Ahmet Cemil o kadar güçlü ve baskın bir unsur ki onun etrafında dönmesi eserin bu sıkıntıyı siliyor çoğunlukla.

Edebiyatımızın usta ismi Ahmet Hamdi Tanpınar, Halit Ziya Uşaklıgil için “Bizde asıl romancılık Halit Ziya ile başlar. Bu geleneğin memlekette kazanacağı her zaferde onun payı olacaktır” derken, bu kitabı için de “Mai ve Siyah, bir hayal kırıklığı romanıdır. Bu kitap için Türkiye’de nesli namına konuşan ilk eserdir, denebilir.” İfadesini kullanmış. Gerçekten de Ahmet Cemil hem kendi neslinin hem de Servet-i Fünûn sanatçılarının sesi ve sembolü oluyor ve yazarın gerçekçi ve karamsar tavrının somut karşılığı olarak okuyucuyu kendisine bağlıyor; her ne kadar çekingenliği ve iradesizliği ile aslında kendisi de bir hayal kırıklığı olsa da. Güçlü bir dil ile kaleme alınmış; günümüzün popüler eserlerinin aksine, okuyucunun konsantrasyonunu talep eden ve gerçekçiliğin melankolik bir romantizmle bir araya getirildiği bu klasik eser Halit Ziya Uşaklıgil’i sadece “Aşk-ı Memnu”dan ve onun da dizi ve film uyarlamalarından tanıyanlara yazarın gücünün tek bir eser ile kısıtlı olmadığını kesinlikle kanıtlayacak önemde bir yapıt.