“Bu maskenin altında et ve kemikten fazlası var. Bu maskenin altında düşünceler var ve düşünceler ölmez”
Faşizan bir hükümetin yönetimi altındaki geleceğin Birleşik Krallık’ında, V adı ile bilinen bir özgürlük savaşçısının hikâyesi.
Pek çok eseri sinemaya aktarılmış olan İngiliz yazar ve çizgi romancı Alan Moore’un aynı adlı çizgi romanının sinema uyarlaması olan bu filmin senaryosunu ünlü kardeş sinemacılar, Wachowski kardeşler yazarken yönetmen koltuğunda ilk yönetmenlik çalışmasını gerçekleştiren James McTeigue oturmuş. Sinemadaki önemi ile birlikte, kahramanının hikâyesi ve taktığı maskesi ile pek çok direniş ve protesto hareketinin de parçası olan film kuşkusuz sadece bu özelliği ile bile ilgiyi hak ediyor. 1606 yılında İngiliz Parlamento binasını havaya uçurmak isterken yakalanan Guy Fawkes’tan esinlenen V, onun yüzünün stilize edilmiş hali olan maskesi ile dolaşıyor film boyunca ve filmin popüler olmasından sonra dünya üzerindeki pek çok farklı noktada -Gezi Parkı direnişinde olduğu gibi- baskıcı yönetimlere karşı yapılan eylemlerin katılımcılarının benimsediği bir sembol oluyor bu maske. McTeigue’in filmi Moore’un orijinal hikâyesinin kimi temalarını unutarak ilerlese de ve bu nedenle Moore’un haklı tepkisini alsa da günümüz sinemasında -ne yazık ki- pek görmediğimiz bir politik sertliği barındırıyor yine de ve çizgi romanın sinemasal karşılığı olabilmiş ama sık sık yeterince derinleşememiş içeriği ile kendisini ilgi ile seyrettiriyor.
Anonymous adlı hacker grubuna da ilham veren Guy Fawkes maskesini takan kahramanımızı ünlü oyuncu Hugo Weaving canlandırıyor filmde ama oyuncunun yüzünü hiç göremiyoruz. Maskesinin yüzünde olmadığı nadir anlarda da arkadan çekimle gösteriyor yönetmen karakterini. Hem karakterinin sahip olması gereken gizemi koruması hem de onun trajik geçmişinin acı izlerini taşıyan kendi yüzünü gizleme arzusunun sonucu bu tercih ve hikâyenin içeriğine de uyuyor kuşkusuz. On yedinci yüzyılın gerçek bir karakterinden ilhamını alan ve günümüzden pek de uzak olmayan bir tarihte faşizan yönetime karşı bir devrimin başlatılmasına ilham vermek isteyen bu karakterin hikâyesini Alan Moore “anarşi ile faşizm”i karşı karşıya koyarak anlattığını söylüyor ve filmin ise “Amerikan yeni-liberalizmi ile Amerikan yeni-muhafazakârlığı”nın çatışması olduğunu söylüyor. Romanlarından yapılan önceki uyarlamalardan da hayal kırıklığına uğrayan ve bu filmin jeneriklerinde de adının yer almasına izin vermeyen Moore’un bu eleştirisine hak vermemek mümkün değil açıkçası. Üstelik filmin, romandan ayrıldığı bir temel noktayı da -romanda faşist yönetim ciddi ve korkutucu olarak çizilirken, filmde zaman zaman bir mizahî havaya yönelinmesi çatışmayı yumuşatıyor- düşününce hikâyenin ticarî bir takım hesaplar gözetilerek tasarlandığını anlıyorsunuz. Yine de bu durumun hikâyenin sertliğini azaltmakla birlikte yok etmediğini ve kalan sertliğin de günümüz sineması için hayli yüksek bir doz olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. “İnançtan birlik, birlikten güç doğar” mottosu olan yönetime direnen bir adamın kendisine yaşatılan acıların intikamının da peşinde olduğu ama asıl olarak parlamento binası gibi yönetimin sembolü olan binayı halkın katılımı, daha doğrusu birinci elden tanıklığı ile havaya uçurarak bir devrimi ateşlemeyi hedeflediği hikâye, en politik olanlarının bile çoğunlukla liberalizmin ötesine geç(e)mediği günümüz filmleri ile karşılaştırıldığında çok farklı bir yerde duruyor sonuç olarak.
Sağlam bir soundtrack çalışması olan filmde V’nin filmin ilk anlarındaki patlamalara eşlik etmek üzere seçtiği Çaykovski eseri “1812 Uvertürü” Rusya’nın Napolyon’un ülkeyi işgal etmek isteyen ordusuna karşı kazandığı zaferi kutlamak için yazılmış bir eser. 1974 yılında bir kutlamada kullanılmasından sonra Çaykovski’nin bu eseri, ABD’nin bağımsızlık kutlamalarında vatanseverlikle ilişkilendirilen eserlerden biri olarak nerede ise bir sembole dönüşmüş. V’nin eylemlerine fon olarak bu müziği seçmesi giriştiği mücadelenin vatanseverliğin doğal sonucu olarak görülmesi gerektiğini söylüyor muhtemelen bize. Geceleri sokağa çıkmanın yasak olduğu, faşist liderin -filmde faşizm ve faşist kelimelerinin hiç kullanılmadığını belirtelim bu arada- bir “Big Brother” gibi ekranlarda göründüğü, V’nin seçtiği 1812 Uvertürü’nün anında yasaklandığı, onun havaya uçurduğu bina için yönetimin binanın eski olduğu için hükümet tarafından yıktırıldığı yalanını uydurması ve belki de en önemli gösterge olarak işbaşındaki rejimin toplum üzerinde korkular, bölünmeler, çatışmalar ve düşmanlar yaratarak seçimleri kazanması günümüz dünyasındaki pek çok rejimi hatırlatıyor bize ve işte bunun da belirleyicisi olduğu bir katkı ile film ve kahramanı, özellikle hükümet karşıtı eylemlerin ve protestoların sembollerinden birine dönüşmüş olsa gerek. Kiliseden sermayeye (bu tür rejimlerde hükümetlerin doğal parçası olur bu kurumlar) hükümetle işbirliği yapanları da eleştirisinin kapsamına alan filmin, dinleme faaliyetlerinin sokaklarda rastgele dolaşan araçlarla yapıldığını ve bu araçların geçtikleri sokaklarda evlerin içinde konuşulanları analiz ederek halkın gündemini de saptadıklarını göstermesi gibi dikkat çeken yanları da var. Hikâye tüm bunları gösterir ve eleştirirken yerine bir başka şey önermiyor. Moore’un romanındaki anarşizm bir “çözüm” olarak görülebilirmiş belki ama burada örneğin parlamentonun havaya uçurulması bu kurumun kendisine değil, daha çok faşist yönetimin sembolüne dönüşmüş olmasına yönelik gibi duruyor.
Kahramanımıza yardımcı olan kadının, atıldığı cezaevinde eski bir mahkûmun mektubunu okuduğu ve zorlama olarak görünen bölümlerde hikâyesinin temposu aksayan (mektubun işkence aralarında okunması yanlış bir tercih olmuş bu açıdan), bu derece korkutucu çizilen ve kendisinin peşine düşen bir yönetime rağmen kadının dışarıda yaşayabilmesi gibi inandırıcılık problemleri olan filmin bir çizgi romanda doğal olan “görsellikle anlatma” yaklaşımını içeriğini yeterince derinleştirmeden benimsemiş olması da pek doğru olmamış; çünkü tam da bu nedenle film sert içeriğine rağmen bir şekilde yüzeysel ve yumuşak görünüyor zaman zaman. Film defalarca tekrarlanan sıradan halk görüntüleri ile de olumsuz bir eleştiriyi hak ediyor. Evlerindeki, iş yerlerindeki veya barlardaki bu insanları o kadar sıklıkla karşımıza getiriyor ki film hem kurgu hem de tempo açısından bir problem yaratıyor ve yönetmenin “halkın tepkileri”ni sergilemek açısından kolay bir yolu tercih ettiğini düşünmemize neden oluyor. Çok başarılı çekilmiş bir parlamento binasının havaya uçurulması sahnesi, bol estetikli ve vahşi ölümler/öldürmeler, yavaşlatılmış görüntüler ve fışkıran kan görüntüleri ile aksiyonu açısından görsel bir başarı da sağlamış olan filmin yeterince ikna edici ve güçlü görünememek gibi bir sorunu var ne yazık ki. Buna karşılık finalde halkın -potansiyel- gücünü göstererek tüm direnişlere neden ilham kaynağı olduğunu bize çok net bir biçimde açıklayabilen film, Weaving’e eşlik eden Natalie Portman, John Hurt, Stephen Rea ve Stephen Fry gibi oyuncuları ile de ilgi çekebilir. “Matrix”, “1984”, “Operadaki Hayalet” gibi eserlerden aldığı ilham da dikkat çeken ve bazı sahnelerinde bir görülmüşlük havası da olan film kusurlarına rağmen yine de görülmesi gerekli bir çalışma.