The Man in the Iron Mask – James Whale (1939)

“Krallığımda yaşayan herhangi bir erkek için ikiz erkek çocuk sahibi olmak bir nimettir. Sadece benim için, bir kral içinse, bu bir lanet”

Fransa Kralı 13. Louis’nin ikiz erkek çocukları doğunca, taht hakkı için çıkabilecek iç savaşı engellemek amacı ile çocuklardan birinin doğar doğmaz saraydan uzaklaştırılarak kimliğinin gizlenmesi ve iki kardeşin yıllar sonra karşı karşıya gelmesinin hikâyesi.

Fransız yazar Alexandre Dumas’nın “Trilogie des Mousquetaires” (Üç Silahşorlar Üçlemesi) adlı ve üç romandan oluşan dizisinin üçüncü ve son eseri olan “Le Vicomte de Bragelonne ou Dix Ans Plus Tard” (Bizde bilindiği adı ile, Demir Maske) adlı kitabından uyarlanan bir ABD yapımı. Senaryosunu George Bruce’un yazdığı, yönetmenliğini James Whale’in üstlendiği filmin başrolünde ikiz kardeşleri canlandıran Louis Hayward kardeşlerin karakter farklılıklarını performanslarına etkileyici bir şekilde yansıtırken, hikâye romantizm ile tarihî macerayı birlikte başarı ile götürüyor ve ortaya klasik filmlerden ve Dumas tarzı hikâyelerden hoşlananlar için iyi bir eğlencelik çıkıyor.

Demir Maskeli Adam Fransa tarihinde gerçek bir karakter. Ünlü Bastille dahil pek çok hapishanede toplam 34 yıl boyunca yatan ve hiçbir zaman bilinmeyen gerçek kimliği için pek çok spekülasyon yapılan bu mahkumu diğerlerinden farklı kılan tüm cezaevi hayatı boyunca, yüzünü tamamen örten siyah bir kadife peçe takmasıydı. Onun peçesini demir maskeye çeviren ise kimliği hakkında spekülasyon yapanlardan biri olan Voltaire ve bu ünlü Fransız yazar ve filozof mahkumun 14. Louis’nin gayri meşru kardeşi olduğunu öne sürmüş. Son araştırmalar Fransa tarihinin bu ilginç karakterinin Eustache Dauger de Cavoye adında ve çeşitli politik skandallara karışmış biri olabileceğini gösterse de bu da kanıtlanamamış hiç. Örneğin Fransız yazar Marcel Pagnol -Dumas’nın romanındaki hikâyeye uygun olarak- 14. Louis’nin ikiz kardeşi olabileceğini söylemiş. Bu maskeli ilginç karakterin kralın kardeşi değil, babası; Fransa ordusundaki bir general; saraydaki bir uşak; bir İtalyan diplomat vs. olabileceği yönünde de pek çok teori daha üretilmiş tarih boyunca. Filmimize kaynaklık eden romanın yazarı Dumas ise ikiz kardeş teorisi üzerine kurmuş eserini ve böylece karakterine sağladığı çekicilik ile popüler tarihî macera türünde olan kitabının yıllar sonra sinemanın da ilgisini çekmesini sağlamış. Oresta Mentasti’nin 1909 tarihli ve İtalya yapımı sessiz filmi “La Maschera di Ferro”dan başlayarak defalarca sinema ve televizyonda hayat bulmuş “Demir Maskeli Adam”. Günümüz seyircisi için Demir Maskeli Adam denince akla ilk gelen ise, başrolde Leonardo Di Caprio’nun oynadığı, Randall Wallace’ın 1998 yapımı filmi olsa gerek ama James Whale’in bu siyah-beyaz filmi hem ondan daha başarılı hem de 1930’lu yılların tarihî macera klasiklerinden biri.

“Dumas’nın ölümsüz klasiği” ifadesi ve filmin oyuncularının ve teknik kadrosunun bir kitabın açılan sayfalarında gösterilmesi ile başlıyor film. Yeşilçam’ın da özellikle hikâyesinin bir klasik olduğunu düşündüğü filmlerde sıkça başvurduğu türden olan bu jenerikten sonra film Kral 13. Louis’nin sarayında 1638’de başlıyor. Zaman zaman gösterilen ve sessiz filmlerde gördüğümüz türden ara yazılarından (her zaman çok da gerekliymiş gibi görünmüyor bu yazılar) ilki Fransa’nın nefesini tutarak tahtın varisinin doğmasını beklediğini söylüyor bize. Bir erkek bebek dünyaya geliyor ve Kral 13. Louis onu sarayın balkonundan halka gösterirken, kraliçe ikinci erkek bebeği dünyaya getiriyor. İkiz bebek krallık için tehlikeli bir durumdur ve taht kavgası ülkeyi bir iç savaşa sürükleyebilir. Bu nedenle ilk bebek sarayda tutulurken, ikincisi kralın baş silahşoru d’Artagnan’a emanet edilir ve kimliği gizlenerek uzak bir kasabaya gönderilir. Bundan sonrası birbirlerine tam zıt karakterleri olan iki kardeşin kaçınılmaz olarak karşılacakları bir hikâyedir doğal olarak.

20 yıl sonraya geçer hikâye: Kral 14. Louis olan kardeş bir günahkâr, müsrif ve zalimdir ve tuza koyduğu vergi ile halkı inletmektedir. Philippe ise d’Artagnan ve meşhur üç silahşorlar tarafından yetiştirilen, iyi yürekli ve cesur bir genç adamdır. Louis Hayward’ın ikizleri, vücut diline ustalıkla yansıttığı farklılıkla iki ayrı karakter kılabilmesi hikâyeye önemli ve gerekli bir inandırıcılık sağlıyor; aksi bir durum seyirci için kafa karıştırıcı ve rahatsız edici olurdu kuşkusuz. Hayward’ın filme katkısı hayli önemli çünkü her ne kadar bu aynı zamanda bir Üç Silahşorlar hikâyesi de olsa, asıl çekiciliğini 14. Louis ile Philippe arasındaki mücadeleden alıyor. Lucien Moraweck’in görkemli ve hikâyenin atmosferini zenginleştiren klasik müziğinin de katkısı ile bu mücadele romantizmi de ihmal etmeden bizi kılıçlı kavgaların, saray entrikalarının, işkencelerin ve temel olarak, iyi ile kötü arasındaki savaşın ortasına bırakıveriyor klasik sinemaya özgü çekici havası ile.

Hikâyenin romantizmini Philippe ile İspanyol Prensesi (Joan Bennett) arasında filizlenen aşk sağlıyor. Maria Theresa adındaki bu prenses aslında Louis’e eş olmak üzere getirilmiştir Fransa’ya ama iyi yürekli bu kadına (Fransa’da halkın yoksulluğu ile sarayın görkemi arasındaki uçurum kafasını karıştırmıştır) uygun olan Phillipe’dir (Genç adam zorunlu olarak kralın yerine geçtiği zamanlarda halkın yoksulluğu ve kralın zulmü karşısında dehşete kapılır). Kraliçenin ikiz erkekler arasında uzun bir süre yaşadığı kafa karışıklığı ve tek kişi olduğunu sandığı erkeklerin davaranışlarındaki tutarsızlık hikâyenin zayıf noktalarından biri ama bir popüler romanın havası içinde yok olup gidiyor bu sorun bir sıkıntı yaratmadan. Saraydaki biri iyi, diğeri kötü olan iki bakan arasındaki çekişme üzerinden sadece heyecan değil, -diyaloglar aracılığı ile- eğlence de yaratmayı başaran film iki erkeğin kardeş olduklarını anladıkları sahne (tek farkları birinin ince bir bıyık bırakması ve benzerliğin o kadar çok olmasını sorgulamamalarını görmezlikten gelmeniz gerekiyor) gibi çekici pek çok bölüme sahip. Tek kişilik bir hücreden oluşan “krallık”ta yaşamak zorunda kalmanın ironisini de iyi işleyen film -belki de sinemanın sese kavuşmuş olmanın heyecanının henüz taze olması nedeni ile- oldukça bol konuşma içeriyor.

Robert H. Planck’ın dört dörtlük görüntü çalışmasının da dikkat çektiği filmde Joan Bennett ve Fouquet rolündeki Joseph Schildkraut’un performansları işini iyi yapan kadro içinde öne çıkıyor ve bu eğlenceli filme ek bir seyir keyfi katıyorlar.