Iron Man – Jon Favreau (2008)

“Genç askerlerimizin onları korumak için ürettiğimiz silahlar yüzünden öldüğünü gördüm ve hiçbir sorumluluk kabul etmeyen bir sistemin parçası olduğumu fark ettim.”

Kaçırılarak tutsal alınan zengin ve popüler bir silah üreticisinin kurtulduktan sonra tasarladığı bir zırh ve silah karışımı araç ile kötülere karşı mücadele etmesinin hikâyesi.

Stan Lee, Don Heck, Larry Lieber ve Jack Kirby’nin Marvel Comics için 1963’te yarattığı süper kahraman Demir Adam’ın bu sinema macerasının senaryosunu Mark Fergus, Hawk Ostby, Art Marcum ve Matt Holloway yazmış, yönetmenliği Jon Favreau üstlenmiş. Başroldeki Robert Downey Jr. Demir Adam’ın yanında başka süper kahramanların da yer aldığı filmlerin yanında, karakterinin tek başına yer aldığı iki filmde daha canlandırmış bu süper kahramanı: 2010 tarihli “Iron Man 2” ve 2013 tarihli “Iron Man 3”. Çizgi roman uyarlamalarının ve aksiyonların hayranları için kesinlikle ilgi çekici ve eğlenceli ama bu türlere düşkün değilseniz, başta “metal sesi”nin neden oldukları olmak üzere gürültüsünden rahatsız olabileceğiniz bir çalışma bu. Downey’in parlak performansı, Oscar’a aday olan görsel efektleri ve ses kurgusu ve eğlenceli olabilen aksiyonu ile, görülebilecek bir sinema yapıtı.

Hikâye Afganistan’a, orada görev yapan Amerikan ordusuna yeni geliştirdiği bir silahı tanıtmak üzere giden, tam bir dâhi olan, popüler, çekici ve gizemli silah üreticisi Tony Stark’ın esir alınması ile başlıyor. Afganistan’daki teröristler (pek çok farklı ülkeden insanlar vardır bu terörist grubun içinde) içinde bulunduğu konvoya saldırarak Stark’ı tutsak eder ve onu tanıttığı yeni müthiş silahı onlar için üeetmeye zorlar. Çenesi düşük, esprili, popüler ve kadınlarla arası da çok iyi olan Stark’ın kendisine saldıranların firmasının ürettiği silahları kullandığını fark etmesi ile gözlerinin açılmasını ve bunun sonucunda yaşananları anlatıyor temel olarak hikâye; bir başka ifade ile söylersek, bir süper kahramanın doğuşunu. Stan Lee, Demir Adam karakterini Soğuk Savaş döneminin kahramanlarından biri ve komünizme karşı da savaşan bir Amerikalı karakter olarak düşünmüş ve başlangıç maceralarında onu Vietnamlılarla savaştırırken, sonradan pişmanlık duymuş bu kararından. Bu filmde ise kötü adamlar Afganistan’daki teröristler olarak belirlenmiş ve herhalde El-Kaide varmış aklında senaristlerin. Stan Lee bir pişmanlık göstermiş ama filmin senaristlerinden Afganistan’ın, teröristlerin cirit attığı bu ülkenin kaderinde özellikle ABD’nin şeytanî rolünden hiç bahsetmeden bir hikâye anlatmalarından dolayı böyle bir davranış göstermelerini beklemek pek gerçekçi olmaz herhalde. Ülkenin içinde bulunduğu duruma düşmesinde ABD’nin komünizme karşı mücadele etmek için, sonradan terörist dediklerini silahlandırmasının payından hiç söz etmeden, o teröristlere karşı Amerikalı bir kahraman hikâyesi anlatmak pek dürüst olmasa gerek.

Hikâyenin sıkıntısı yukarıda anlatılan ile sınırlı değil: Gözü açılan ve silah üretimini bırakmaya karar veren adamın tasarladığı zırh-silah karışımı kıyafetin de bir silah olduğunu düşününce bu karar tuhaf görünüyor elbette. Bunun yerine -onun bakışı ile düşünürsek- sadece ürettiği silahların “kötü adamlar”ın eline nasıl geçtiğine odaklanması daha doğru olmaz mıydı? Hikâye buna elbette hiç değinmediği gibi, Amerikan devletinin olan bitenlerle en ufak bir ilgisini de kurmuyor ve kötülüğü de hırslı bir adamla sınırlıyor. Böylece “mükemmel” sisteme dokunmadan, sadece o sistemin içindeki bir çıbanın temizlenmesi yetiyor ve düzen sürmeye devam ediyor. Herhalde sponsor olan pek çok markanın hikâyenin içine gömülmesinin sırıttığı filmde Vanity Fair muhabiri ile olan diyalogda Stark’ın söyledikleri (silahların barış için gerekli olması vs.) eleştiri gibi görünse de hikâye tam da o sözlerin arkasında duruyor aslında. Bu sahnede açık bir tacizin bir yatak macerasına dönüşmesindeki ucuzluk ise ayrı ve güçlü bir eleştiriyi hak ediyor. Hikâyenin inandırıcılıktan uzak pek çok yönünü ise sonuçta bir çizgi roman uyarlaması ile karşı karşıya olduğumuzu düşünerek rahatlıkla unutabiliriz.

Kendisini esir alanlardan kaçan Stark’ı Amerikan ordusunun helikopetleri bulduğunda çalınan müzikle bir görkem ve kahramanlık havası yaratan film, Stark’ın Amerikan çıkarları uğruna kim bilir hangi ülkedeki hangi insanları bombalamış ve bombalayacak savaş pilotlarını kurtarırken aldığı riski de alkışlamamızı bekliyor elbette. Hikâye -bekleneceği gibi- çok da önemli değil, bunu yerine efektlerle ve Robert Downey’in içini çok iyi doldurduğu karakterinin çekiciliği ile seyirciyi yakalamaya soyunuyor bu Favreau filmi ve açıkçası bunu başarıyor da. Karakterinin mekanik ve elektronik özellikleri (ya da yetenekleri) sınırsız denebilecek boyutta ve film tam bir efekt bombası ile anlatıyor çocuksu hikâyesini ve meraklılarını etkilemeyi de başarıyor elbette. Senaryo kendisine yardımcı olmasa da Gwyneth Paltrow 1940’ların hem masumiyeti hem dişiliği ön planda olan karakterlerinden yola çıkarak yarattığı oyunculuğu ile karakterini ve kendisini sadece bir görsel malzeme olmaktan kurtarıyor. Kötü adam rolündeki Jeff Bridges de işini iyi yaparken, elbette asıl olarak Robert Downey Jr. parlıyor hikâye boyunca. Bir süper kahramanı hem heyecanlı hem eğlenceli kılmayı başarıyor oyuncu ve eğlenceli diyalogların da yardımı ile karakterini elle tutulur bir gerçekçiliğe kavuşturuyor.

Özetle söylemek gerekirse, demiri aksiyon meraklıları için ışıldayan, diğerleri içinse süratle paslanan bir film bu ve bunu bilerek görülmesi gereken bir çalışma.

(“Demir Adam”)