“Bu sabah inanılmaz bir şey gördüm; ölmekten korkmayan bir adam gördüm”
Bölgedeki petrol nedeni ile çiftçilerin topraklarını ele geçiren bir iş adamından, öldürttüğü babasının intikamını almaya çalışan bir adamın hikâyesi.
ABD’li Joseph H. Lewis’in yönettiği son sinema filmi olan çalışma, B tipi western filmleri ile tanınan yönetmenin kariyerindeki en kayda değer eserlerden biri. McCarthy soruşturmalarının liberal ve sol eğilimli sanatçıların Hollywood’da kara listeye alınmasına neden olduğu bir dönemde çekilen filmin senaryosu bu listede uzun süre kalan Dalton Trumbo tarafından yazılmış olsa da (ve onun duyarlılığının açık izlerini taşısa da), senarist olarak Ben Perry’nin adı kullanılmış jenerikte. Filmin kötü adamlarından birini canlandıran ve kendisi de bu kara listede yer alan Nedrick Young’un yönetmene ulaştırdığı senaryoyu çekme cesaretini Lewis’in gösterebilmesinin temel nedeni sinema dünyasını zaten bırakma kararı almış olması olmuş. “Liberal western” kategorisine sokulabilecek bu film, tipik westernlerden farklılaşan, düşük bütçesinin kendisini hissettirdiği ve başta Sterlin Hayden’ınki olmak üzere kimi başarılı performanslardan destek alan bir sinema eseri.
Değer kazanan bir mülkün hangi araç gerekiyorsa o araç kullanılarak yoksulun elinden alınması… Bugün Türkiye’nin tüm şehirlerinde ve dünyanın hemen her yerinde kentsel dönüşüm adı altında pazarlanan bir mülksüzleştirme operasyonunun ABD tarihindeki karşılıklarından biri bu film temel olarak. Bugün örneğin bir köprüye, havaalanına yakın olduğu için değer kazanan bir arazinin nasıl artık bir yoksula ait olması “mümkün değilse”, burada kendilerinin haberi olmasa da topraklarında petrol yatakları bulunan yoksul çiftçiler de yerlerinden para, tehdit ve gerekirse cinayet ile uzaklaştırılıyorlar. Hikâyemiz bu şekilde ortadan kaldırılan yoksul bir çiftçinin yıllar sonra babasını görmeye gelen denizci oğlunun adalet arayışını anlatıyor. Bunu anlatırken de Dalton Trumbo’dan bekleneceği gibi, güçlüye karşı zayıf olanların, zengine karşı yoksul olanların ve iktidarı elinde tutanlara karşı halkın dayanışmasının güzelliği ve değiştirebilecekleri üzerine mesaj vermeyi de ihmal etmiyor. Hikâye aslında o kadar da farklı veya güçlü değil bu filmde ama bir western’in içine bahsettiğim bu öğeleri yerleştirmesi ve bunu hikâye içinde sırıtmadan yapabilmesi takdiri hak ediyor. Petrol, güçlü iş adamı, zenginin sömürüsünün aracı olmayı tercih etmiş insanlar, vs… Hikâye bunların karşısına pek de güçlü görünmeyen ama haklı olduğunu bilmenin gücünü içinde hisseden ve çok da hedeflemeden üstlenmek zorunda kaldığı liderlik rolünü taşıyabilen bir adamı koyuyor. Final iyi ile kötünün çarpışması ile gelirken, hikâyemiz filmin süresinin kısalığının da etkisi ile birtakım gelişmeleri biraz çabuk geçiyor açıkçası ve nasıl gelişeceği yolundaki tahminleri de hiç yanıltmayacak şekilde ilerliyor.
Film aslında ilginç bazı tercihler de bulunmuş. Örneğin finalin önemli bir kısmı açılış jeneriğinden önce karşımıza geliyor ve sonda sahnenin başka açıdan çekilmiş hali ile tekrarlanıyor. Bu durum hikâyenin nereye gideceğini tahmin etmek kolay olduğundan rahatsız edici değil ve aksine kronolojiyi bir parça da olsa bozarak filme değişik bir hava katıyor. Buna karşılık açılış jeneriği sırasında filmden kimi anların adeta “önümüzdeki dakikalarda bunlar olacak” mantığı ile gösterilmesi hayli tuhaf bir tercih açıkçası ve bu tercihin nedenini kestirmek pek mümkün değil. Filmin Gerald Fried imzalı müziği de western motifleri ile İspanyol motifleri arasında gidip gelirken biraz fazla öne çıkıyor ve zaman zaman yer aldığı sahnelere de tuhaf (her zaman olumlu olmayan bir tuhaflık bu) bir hava getiriyor.
Zaman zaman kaybolan İsveç aksanı (karakterinin etnik kökeni nedeni ile) bir yana bırakılırsa, başroldeki Sterling Hayden usta oyunculuğu ile karakterinin pasifist bir havadan kahramana uzanan değişimini başarı ile yansıtıyor. Kötü zengin adamı canlandıran Sebastian Cabot da rolünün altından başarı ile kalkıyor. Ona hizmet eden kötü adamı, silahşörü oynayan Nedrick Young ise bazı sahnelerde hayli iyi olmakla birlikte zaman zaman katı bir vücut dili ile oynayarak karakterinin daha çekici olabilme fırsatını yeterince iyi değerlendiremiyor. Aslında genel olarak filmin bu karakteri hak ettiği kadar iyi işleyemediğini ve var olan ve filmi zenginleştirebilecek psikolojik unsurları hayli ihmal ettiğini de söylemek gerek. Birkaç diyaloga sıkıştırılmak yerine çok daha iyi anlatılabilirmiş, bu yaralı kötü adam karakteri. Young’un bu karakteri filmin görsel sembollerinden birinin de aracı aynı zamanda. İyi adamımız açık renk giyinirken, bu kötü adam baştan aşağıya siyahlar içinde geziniyor hikâye boyunca.
Başta “salondaki” sahneler olmak üzere bazı sahnelerdeki karakter azlığının da göstergelerinden biri olduğu düşük bütçesini sık sık hissettiren filmde Meksika asıllı komşu karakteri üzerinden toprağın asıl sahipleri konusunu da açan (ama tahmin edilebilecek nedenlerle, açmakla bırakan) hikâye yoksullara kaybetmelerinin tek nedeninin korku olduğunu söylerken meraklısı için keşfe değer kimi metaforlar da barındırıyor. Kahramanımızın finalde kaçınılmaz olarak karşı karşıya geldiği silahşörün bir elini kaybetmiş olmasının çağrıştırdığı “iktidarsızlık”, geniş halk yığınlarının kahramanımızın tüm çabasına karşılık filmde -finalde onun peşinden yürümek dışında- hiçbir aksiyona girmeyerek gösterdiği “pasiflik” vs. Kahramanının Hollywood geleneklerinin aksine hiçbir romantizmin parçası yapılmaması ve “erkekliğinin” vurgulanmaması, ateşli silaha karşılık zıpkın ile girişilen mücadele gibi farklılıkları ile de benzerlerinden ayrılan filmde, Lewis’in kimi kamera açıları (örneğin açılıştaki final sahnesinde) ve uzun planları da görmeye değer kesinlikle. Bugün hayli cinsiyetçi görünse de seyircisine kötünün karşısında korkmamasını ve onun karşısında diz çökmektense “bir erkek gibi ayakta” ölmesini öğütleyen bu film ilgiye değer bir western özet olarak.
(“Teksas’ta Dehşet”)