Mirch Masala – Ketan Mehta (1986)

“Bütün gerilimin nedeni sensin. Sana düşen, köyü kurtarmak için kendini feda etmendir”

Hindistan’ın Henüz İngiliz kolonisi olduğu 1940’lı yılların başında, halkı inleten vergileri ve daha fazlasını tahsil eden ve gerekirse askerleri kullanan bir tahsildarın göz koyduğu bir kadının mücadelesinin hikâyesi.

Hintli yazar Chunnilal Madiya’nın bir kısa öyküsünden (“Abhu Makrani”) yola çıkan senaryosunu Ketan Mehta ve Shafi Hakim’in -Hriday Lani ve Tripurari Sharma’nın da katkıları ile- yazdığı ve yönetmenliğini Ketan Mehta’nın üstlendiği bir Hindistan yapımı. Koloni dönemi Hindistan’ında devlet zulmü, yoksulluk ve kadın sorunları üzerine bir hikâye anlatan film sağlam görselliği, klasik sinema dilini başarı ile kullanması ve tahsildarın kurbanı olan Sonbai’yi canlandıran Smita Patil’in güçlü performansı ile önemli bir çalışma. Bizde 1960 ve 70’li yıllarda çekilen politik metinli filmleri hatırlatan yapıt aydınlıkçı bir bakışın eseri olarak yaratılmış; bazı karakterler bir parça kaba çizilmiş olsa da, dinamizmi ve kendisine bir meseleyi (aslında birden fazlasını) dert edinmesi ile ilgiyi hak ediyor kesinlikle.

Önce bir erkeğin sonra da bir kadının sesinden duyduğumuz yöresel şarkıların eşlik ettiği jenerikte karşımıza çıkan biber tarlasının kırmızısının hem renk olarak hem çağrıştırdığı barok sertliği ile egemen olduğu bir film çekmiş Ketan Mehta. Kadınların kıyafetlerinde ve erkeklerin sarıklarında yerini bulan kırmızı renge sahip biberler de filmin özellikle finalinde bir direnişin sembolü oluyor ve görüntü yönetmeni Jehangir Choudhary’nin kamerası kırmızıyı filmin başrollerinden birine yerleştiriyor adeta. İlk karesinden sonuncusuna kadar görselliği hep çekici kılıyor Choudhary ve Mehta ikilisi; Sanjiv Shah’ın dinamik kurgusu, kameranın ileri geri zum hareketlerine sık sık başvurması ve bazı dramatik anlarda kullanılan yavaşlatılmış çekimlerle film seyircinin ilgisinin hep canlı kalmasını sağlıyor. Bu çekici biçimsel yanını hikâyenin içeriğini destekleyecek şekilde kullanmış Mehta ve filmin kendisine mesele edindiği temaların kaybolmamasını sağlamış.

Tahsildarın göz koyduğu kadının kocasının büyük şehire çalışmaya giderken karısına söylediği sözler karakterlerin yaşadığı dünya ile ilgili bir ipucu veriyor bize: “Söyle bana, burada nasıl bir hayat sürüyoruz? Hayat geçip gidiyor ve biz burada sıkışıp kaldık… Biraz toprağımız olsa belki teselli olurdu ama onu da muhtar elimizden aldı. Tahsildar da bizi soyuyorsa, kimi kime şikâyet edeceğiz?”. Toprakları olmayan, devleti temsil eden tahsildarın vergileri toplamak için kullandığı güç (“Borcunu ödemeyenin toprağını elinden alın!”) karşısında ezilen ve kendi muhtarlarının tahsildara boyun eğmeyi öğütlediği insanları anlatıyor hikâye. Gandhi taraftarı öğretmen halkın yaşadıklarının farkındadır ve kızların “sonra koca bulamazlar” diye okutulmadığı köyde bireysel olarak direnmektedir ama çoğunlukla yalnızdır bu direnişinde. Direnişin asıl odak noktası kadınlardır ve işte onlardan ikisi öne çıkıyor hikâyede: Biri tahsildarın peşine düştüğü Sonbai, diğeri ise muhtarın karısı. Her ikisi de toplum içinde kendilerine biçilen rollerin dışına çıkarak hem kendi onurları hem diğerleri adına mücadele ederler her türlü bedeli göze alarak. Öğretmenin gazete okuması ve onun bağımsızlık fikirleri ile dalga geçen, kadınların arkasından laf atmakla vakit geçiren ve birkaçı hariç tümü zulme boyun eğen köy halkının içinde direnişin ve dayanışmanın, dolayısı ile umudun sembolü oluyor bu iki kadın.

Hikâye kadınların onurlu direnişinin yanına biber fabrikasındaki bekçiyi de koyuyor. Kendi canı pahasına direnen adamın bir müslüman olması hikâyenin dinsel kimliklerden sıyrılarak, ortak bir mücadele için kimliklerin değil, sınıfların önemli olduğunu vurgulamasını sağlıyor ve filme ayrı bir değer katıyor. Bir Hint filminde bir müslüman karakterin hikâyenin en olumlu tiplerinden biri olarak çizilmesini de olumlu bir puan olarak eklemek gerekiyor filme. Hikâye çoğunlukla gerçekçi bir tutum takınarak dürüst bir yaklaşım getiriyor olan bitene ve finali ile de bir çözümü değil, ama çözümün yolunu işaret ediyor seyirciye.

Filmin eleştiriye açık yanı ise bazı sahnelerin gereğinden uzun tutulması (örneğin gramofondan gelen şarkıları dinlediğimiz sahneler) ve kötü karakterlerin kaba bir şekilde çizilmesi (sık sık bir Yeşilçam filmini ve oradaki Erol Taş tiplemelerini izliyor gibi hissetmenize neden oluyor bu durum). Bunun yanında bazı bölümlerin (örneğin köyün sabah hayatından görüntüler gibi bizde özellikle sol eğilimli filmlerde gördüğümüz türden sahneler) biçimsel olarak filmin genel üslubu içinde ayrıksı durduğunu da belirtmek gerekiyor. Bu problemler sınıf farkının sonuçlarını da konuları arasına alan film için olumsuz puan olsa da, kurutulan kırmızı biber yığınları arasındaki kovalamaca gibi görsel yönden etkileyici anları olan hikâyenin, “zincirlendikleri direği birlikte hareket ederek yerinden çıkartmayı başaran üç mahkûm” gibi bugün bir parça naif görünen yönleri de bulunuyor.

Kimilerinin bir “western” olarak da tanımladığı film (sosyal meseleleri konu edinmesi, yavaşlatılmış görüntüleri ve özellikle de barol finali ile bir spageti western olarak tanımlamak çok daha doğru bu filmi) feminist duruşu ve otorite karşıtı yaklaşımı ile ilgi toplarken, final karesi ile de seyirciye bir soru soruyor: Yönetmen Mehta dondurarak seyircinin karşısına bıraktığı bu karede elinde bir orak tutan Sonbai’yi gösteriyor bize. Soru, bizim onun savaşının yanında durmayı mı yoksa köyün erkekleri gibi boyun eğmeyi mi tercih ettiğimiz. Henüz 31 yaşındayken, oğlunu (bugün kendisi de bir aktör olan Prateik Babbar) doğurduktan iki hafta sonra bizde lohusalık humması olarak bilinen rahatsızlıktan hayatını kaybeden Hintli oyuncu Smita Patil’i tanımak için de bir fırsat yaratan film kadın karakterleri erkeklerden çok daha gerçekçi ve derin çizerek de tavrını ortaya koyuyor. Hikâyesi önemli ve değerli, bu hikâyeye dürüstlükle yaklaşan ve seyirciye sorular sordurtan ve düşündürten kaliteli bir “Yeşilçam melodramı” görmek isteyenler için ideal olan ve canlı renkleri ile görsel bir şölen niteliği taşıyan bir film bu, özetle söylemek gerekirse.

(“A Touch of Spice” – “Spices”)