“Kız arkadaşının cenazeye gelmediğini düşünselerdi, daha mutlu mu olurlardı?”
Farklı amaçlarla yollara düşen genç bir adam ve kadının karşılaşmaları ve kendi doğrularını bulmalarının hikâyesi.
Bulgaristan sinemasının yeni yönetmenlerinden Konstantin Bojanov’un ilk uzun metrajlı filmi. 2011 ve 2012’de küçük festivallerin gözdesi olan ve İstanbul Film Festivali’nde de gösterilmiş olan film iki genç insanın “yalanlar” üzerinden başkaları ama öncelikle kendileri için doğruyu bulmaları üzerine küçük ve çekici bir çalışma. Bir büyüme hikâyesi olarak da görülebilecek film doğallığı ve gerçekçiliği ile dikkat çekerken minimalist yapısı ile yine daha çok festival takipçilerinin gözdesi olacak türden bir yapıt.
Genç adam intihar eden yakın bir arkadaşının cenazesine gitmek için yola çıkıyor ve otostoplarının birinde uyuşturucu bağımlısı olan erkek kardeşini bulmak için yola düşen genç kızla karşılaşıyor. Kızın yalanlar üzerine kurulu hayatı erkeği başta çok rahatsız etse de zamanla bu yalanların kendilerini ve etrafındakileri doğru yola götüren veya en azından mutlu eden yalanlar olduğunu anlıyor. Finalde iki karakter de ama özellikle genç adam değişmiş olarak hayatlarına devam ediyorlar. Evet filmin tüm hikâyesi bu aslında. Her ikisi de yaşadıkları hayatlarında kendilerini rahat veya mutlu hissetmeyen bu karakterlerden erkek olanı bu konuda bir şey yapmayı düşünmezken kız isyankâr bir kişiliğe sahip ve farklı bir şeyler yaşamak için çaba gösteriyor. Yönetmenin Arnold Barkus ile birlikte yazdığı senaryo bu iki karakteri bir yolculuk filmi havasında ele alırken “yalan” kavramını da tartışmamızı bekliyor sanki. Seyircinin (çoğunun, en azından) başta erkeğin tarafında ve duyduğu yalanlardan şaşkına dönmesini bekleyen filmin yaratıcıları erkeğin finalde tek başına yaptığı tren yolculuğunda bir yabancıya söylediği sözlerle onun geçirdiği değişime eşlik etmemizi umut ediyor. Yalan filmin temel teması değil kuşkusuz ama kızın kimi zaman kendini korumak kimi zaman etrafındakilerin ihtiyaç duyduğu mutluluğu onlara vermek ve kimi zaman da hepimizin özellikle de yolculuklarda başına geldiği gibi uzamasını istemediğimiz türden sohbetleri kesebilmek için söylediği yalanlar hikâyedeki küçük olayların yönünü belirlerken özellikle iki sahnede kritik önem taşıyor. Alman bir tır şöförünü kandırarak parasını çaldığı sahne bunlardan biri ama asıl önemli olan cenaze evinde geçen bölüm. Balkan sinemasında arka arkaya çıkardığı eserlerle diğer ülkelerin hayli önünde olan Romanya sinemasını çağrıştıran bu bölüm sadeliği, diyalogları, doğal ve kimi amatör oyuncuları ve gerçekçiliği ile insanların bazen bir yalana nasıl da ihtiyaç duyabildiklerini gösteriyor ve filmin de doruk noktası oluyor.
İki genç oyuncusunun (Anjela Nedyalkova ve Ovanes Torosian) uyumlu ve sade oyunları ile dikkat çektiği filmin ABD’li Tom Paul imzalı yine hayli sade müziği de hikâyenin yalınlığına çok yakışan bir zarifliğe ve kırılganlığa sahip. Kırılganlık (yalnızlıktan, suçluluk duygusundan kaynaklanan) filmin özellikle erkeğin sırrı seyirci ile paylaşıldıktan sonra hikâyenin geneline de yayılan bir hava aslında. Kızın yalanlarının karşısına çıkarılan erkeğin gizlediği gerçek seyircinin her iki karakter için o ana kadar benimsemiş olabileceği ahlâki yargıları da sarsıyor ve hikâyenin tüm film boyunca yaptığı gibi zarif bir tarafsızlık içinde yapıyor bunu. Hemen hiçbir anında sesini yükseltmeyen film bir şeyler olmasını bekleyen seyirciye pek sempatik gelmeyecek olsa da Bojanov adına bir ilk film için kesin bir başarıyı gösteriyor ve yeni filmleri için de merak uyandırıyor. Cenaze evindeki büyükbabayı canlandıran ve çekimlerden kısa bir süre sonra ölen Alman oyuncu Bruno Schleinstein’ın iki Werner Herzog filminde başrol üstlenmiş bir isim olduğunu da hatırlatalım.