“Sen insanların dinleyeceği bir kahramansın. Sana ben inandıysam, herkes inanır. Eğer sen söylersen, büyük etki yaratır”
Rayların bakımını yaparken bulduğu yüklü miktardaki parayı polise teslim edince, kendisini ulaştırma bakanlığının halkla ilişkiler faaliyetinin aleti olarak bulan bir işçinin hikâyesi.
Bulgar yönetmenler Kristina Grozeva ve Petar Valchanov’un birlikte yönettikleri ve Bulgaristan / Yunanistan ortak yapımı olarak çekilen bir film. Senaryoyu Decho Taralezhkov ile birlikte yazan Grozeva ve Valchanov ikilisi, önceki uzun metrajlı filmleri (2010 tarihli “Avariyno Katzane” ve 2014 tarihli “Urok – Ders”) gibi, şimdilik son eserleri olan bu çalışmayı da birlikte yönetirken “gazete kupürleri” adını verdikleri üçlemelerinin de ikinci filmini çekmişler. Bu üçleme kapsamında, iki yönetmen gazetelerde yayınlanan gerçek hikâyelerden esinlenerek yazıyorlar senaryolarını ve burada da hem filmdekine çok benzer bir hikâyeden hem de senaryoya kattıkları ikinci bir gerçek olaydan yola çıkmışlar. Bulgaristan’ın Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar’a aday gösterdiği film, adını Sovyetler Birliği’nde 1924 yılında kurulan bir fabrikada üretimine başlanan kol saatinden alıyor. Hikâyenin kahramanına babasının armağan ettiği ve filmde önemli bir yeri olan saati üreten fabrika artık kapalı ve klasik ünü nedeni ile de sahteleri üretilmeye devam ediliyor günümüzde. Film politikacıların ve onların emrindeki bürokratların, sıradan insanları kendi amaçlarına nasıl alet ettiklerini mizahı da içine alan bir dil ile anlatırken sosyal gerçekçi diye tanımlanabilecek atmosferi ile ilgiyi hak ediyor.
Son dönem Romanya sinemasının toplumsal bir eleştirisi olan filmlerini çağrıştıran havası ile Balkanların ortak unsurlarını hatırlatan çalışmada, yönetmenlerin önceki filmlerinde de rol alan Stefan Denolyubov (demiryolu işçisini) ve Margita Gosheva (işçinin dürüstlüğünü bakanlığının yolsuzluklar nedeni ile sarsılan imajını düzeltmek için fırsat olarak gören hırslı halkla ilişkiler yöneticisi) tekrar karşımıza çıkıyorlar ama bu kez bir öncekindeki rollerini birbirleri ile değişiyorlar. Önceki filmde adam verdiği borç nedeni ile kadına eziyet edip onu kullanırken, burada kadın adamı kullanıyor. Bu ortak öğeyi üçlemenin bir hoşluğu olarak değerlendirip, filmin kendisine geçersek ilk söylenmesi gereken herhalde filmin mesajına hiçbir zarar vermeden ve onu yumuşatmadan bir mizah duygusunu da barındırabilmesi olmalı. Gayet ciddi bir şekilde yapılan bir “kara mizah” bu ve hikâyenin gücünü de arttırıyor. Pek çok farklı festivalde ödül kazanan senaryo filmin en büyük kozu belki de; üstelik bir “yan hikâyenin” filmdeki ağırlığı konusunda bizi tam olarak ikna edememek gibi bir sıkıntısı olmasına rağmen yakalanan bir başarı bu. Kırkına gelmiş kadının kocasını arzusuna rağmen sürekli olarak çocuk sahibi olmayı ertelemesi ve doğumu ileride yapmak üzere embriyoları dondurmak için geçirilen tıbbi operasyon kimi “eğlenceli” anlara kaynaklık etse de ve belki de kadının işindeki hırsının bir sembolü olarak kullanılsa da asıl hikâyeden gereğinden fazla rol çalmış gibi görünüyor. Yine de bu hikâyenin kendi başına bir çekici yanı olmasından dolayı belki de, çok da önemli görünmüyor bu problem.
Film bize bir yozlaşma eleştirisi sergilerken sadece politikacıları değil, sıradan insanları da (toplumu, bir başka şekilde söylersek) unutmuyor. Bulduğu parayı polise teslim etmesi yüzünden iş arkadaşları onunla dalga geçerken, diğer demiryolu işçileri yaptıkları hırsızlıkları ihbar ettiği için kahramanımızı bir güzel dövüyorlar örneğin. Filmin bu açıdan toplumun iki farklı kesimini başarı ile bir araya getirip hikâyelerini doğal bir şekilde örtüştürdüğünü söylemek mümkün. Çarpıcı ve soru işareti ile biten finalinde adamı ve kadını buluşturan filmin, bu finali ile sadece bir öfke patlamasını mı işaret ettiği yoksa dürüst (ve âdil) insanların isyanını mı anlattığı izleyicinin yorumuna kalmış ama Kristina Grozeva ve Petar Valchanov ikilisinin düzene yumuşak bir görüntü altında açık bir saldırı yaptığı kesin. Kadının işi bittikten sonra adamı başından atabilmek için polislerden aldığı yardımın da düzenin bozukluğunun bir başka örneği olarak gösterilebileceğini de belirtmek gerekir burada.
Ödül töreni için pantolon değiştirme ve bu değişikliği zorunlu kılan “kaza” sahnesi gibi anları ve bakanla fotoğraf çektirme sahnesi ile kendine özgü mizahının eğlenceli örneklerini veren film, bir tarafa tavşanlarına büyük bir sevgi ile yaklaşan bir adamı diğer tarafa ise soğuk, planlı ve çıkarcı insanları yerleştirerek tarafını net bir şekilde ortaya koyuyor; bir çözüm önermiyor (eğer finalde ima edilen, bir öneri değilse!) ama en azından -eğlenceli türünden- bir saptamada bulunuyor. Adamın ödül töreni sırasında ortadan kaybolan ve babasının ona armağanı olan Slava marka saatinin yerine devletin kendisine modern ama kişiliksiz bir görünümü olan bir saat vermesinin de, “eski”nin yerini alan “yeni”nin onun ihtişamından çok uzakta olduğunu anlatmak için kullanılan bir sembol olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Krum Rodriguez’in hikâyenin doğallığına yakışan gerçekçi görüntüleri ve iki baş oyuncusunun karakterlerine çok iyi uyan oyunları (adamın sessiz sadeliği ile kadının gürültülü yapaylığı) ile de değer kazanan film görülmeyi hak eden bir film kesinlikle.
(“Glory” – “Kol Saati”)