Lantouri – Reza Dormishian : İranlı yönetmen Dormishian’ın bu uzun metrajlı üçüncü filmi modern İran sinemasının örneklerinden farklı bir yerde duran sert bir çalışma. İran hukukundaki “kısas” uygulamasını eleştirel bir şekilde gündeme getiren ve bu uygulamanın kendisine verdiği “göze göz” hakkını kullanmayıp suçluyu affedenlere adanan film doğal olarak öncelikle bu yaklaşımı ile dikkat çekiyor. Tüm enerjisini kurbanların ailelerini suçluyu affetmeye ikna etmeye adayan bir kadın gazetecinin kendisi bir kurban olduğunda ne yapacağı üzerinden finalinde ciddi bir merak duygusu uyandıran çalışmada yönetmen, zaman zaman olayın uzak veya yakın tanıklarını veya halktan birilerini kamerasının karşısına almış ve onların düşüncelerini dile getirmelerini istemiş gibi bir “sahte” belgesel yaklaşımı ile ilerlemeyi tercih etmiş. Bu biçimsel tercihin yanısıra film asıl olarak, kamera kullanımı ile ve doğrudanlığı ile de dikkat çekiyor. Kimi sahneleri çok hızlı bir kurgu ile veya tek tek fotoğrafları peş peşe (ve hızlı bir biçimde) karşımıza getiriyor ve seyirciyi diri tutarken onu bir parça yoruyor da belki. Finaldeki “kısas” sahnesi ise etkileyici ama bir parça da “sinir bozucu”; kısas uygulamasının kurbanı cezalandırıcı konumuna sokmasının aslında ne kadar trajik bir uygulama olduğunu tam anlamı ile hissediyorsunuz burada. Ülkedeki yozlaşmayı, yolsuzluklarla zengin olanları, kadın ve insan haklarını, ve “sıradan” insanların kısır bakışlarının toplumun özgürlüğünü nasıl engelleyebildiğini anlatan bir İran filmi doğal olarak ilgi görmeyi hak ediyor. Medyaya da sık sık yansıyan “kurbanın ailesinin suçluyu tam asılırken affetmesi” gibi yürek parçalayıcı haberlerin arkasındaki insanları anlatan bu filmde halkın temsilcisi olarak düşüncelerini söyleyen karakterin yabancı düşmanlığı ve farklı olandan nefreti ile bizde de epey karşılığı olduğunu bilmek hayli üzücü kuşkusuz. Bizimkine benzer toplumlarda, “Robin Hood” konumundaki bir erkeğin bile kadına “ya benimsin ya toprağın” anlayışı ile yaklaştığını gösteren film görülmeyi hak eden bir çalışma.
İkaros (Icaros: A Vision) – Leonor Caraballo / Matteo Norzi : Caraballo ve Norzi ikilisinin birlikte yazıp yönettikleri bir ABD – Peru ortak yapımı olan film ikilinin ilk, Caraballo’nun ise aynı zamanda son filmi olmuş. Kanser olan ve hikâyesi çoğunlukla onun yaşadıklarından yola çıkarak oluşturulan film gösterime girmeden hayatını kaybetmiş Caraballo. Amazon ormanlarının derinliklerindeki bir “şifa evi”nde “ayahuasca” adındaki bir saykedelik bitkiden şifa bulma umudundaki insanları karşımıza getiren film gerçek ile düşün birbirine karıştığı ve özellikle şamanizm meraklılarının ilgisini çekecek bir çalışma. Görsel açıdan deneysel diye nitelenebilecek kimi sahneleri, konusuna tarafsız yaklaşımı ve yaratıcılarından birinin trajedisi ile örülü hikâyesi ile ilgiyi hak eden filmin görsel efektleri de düşük bütçeli bir filmden beklenmeyecek kadar iyi -kendi içinde başarılı olsa da kısa animasyon sahnesinin filmin geneline pek uymadığını söylemek gerekiyor-. Hüznü ve umudu birlikte barındırabilen, iyi ile kötüyü, hastalık ile şifayı bir arada gösteren film insanın doğadan (ve doğasından) uzaklaşmasının etkileri üzerinde de düşündürüyor seyircisini. Hikâyesi -içeriğinin gereği olarak da biraz- bir parça düz ilerleyen film, kimi eleştirmenlerin belirttiği gibi bir mediyasyon çalışması havası taşıyor.