“Kadim insanların dediklerine göre, Jauja bereket ve mutluluk dolu mitolojik bir diyardır. Bunu doğrulamak amacıyla birçok yolculuk yapıldı. Zaman içinde bu efsane büyüdü. İnsanlar hiç kuşkusuz abartıyorlardı, her zamanki gibi. Kesin olarak bilinen tek şeyse bu yeryüzü cennetini arayan herkesin yolda kaybolduğu”
Arjantin’in Patagonya bölgesinde, efsanelerde geçen “Jauja” bölgesini arayan Danimarkalı bir mühendisin hikâyesi.
Arjantinli sinemacı Lisandro Alonso’nun “hikâyesiz” minimalist sinemasının parlak bir örneği. Cannes’ın “Un Certain Regard” bölümünde eleştirmenler ödülünü alan çalışma durgun temposu, finalde bir kısmı çözülen tuhaflıkları, kısıtlı diyalogları ile o “herkese göre değil” diye nitelenen filmlerden. Yolda kaybolan/kaçan kızını arayan adamın hikâyesini çarpıcı bir görüntü çalışması ile anlatan film anlatıyor göründüğü “hikâye”nin arkasında aslında başka bir şeyin peşine düşen ve bu asıl hikâyesini ustaca ve yavaş yavaş inşa eden bir film ve sinefiller için kaçırılmaması gereken bir sinema eseri.
Müthiş bir kare ile açılıyor film: sırtını gördüğümüz bir adam, başını onun omzuna dayamış genç bir kız ve çarpıcı renkleri, kompozisyonu ile film boyunca pek çok örneği ile karşılaşacağımız bir geniş plan manzara. İkilinin konuşmaları filmin en konuşmalı anlarından biri olarak, sonrasında tanık olacağımız filmle ilgili çok şey söylüyor bize. Sıradan ama bir şeyler ima eden bir konuşma bu ve gördüklerimiz ile aslında görülmesi gerekenler arasındaki çelişkinin de bir örneği. 19. yüzyılda geçen hikâyede yer alan karakterler mühendis ve kızı, Arjantinli bir kaç asker, onların “hindistan cevizi” kafalı olarak adlandırdıkları yerliler ve adamın arayışı sırasında karşısına çıkan yaşlı bir kadından oluşuyor ve yönetmen Alonso bu karakterleri Patagonya’nın geniş ve boş mekanlarında yalnızlıklarını, tedirginliklerini ve doğa (ve diğer başka şeylerin) karşısındaki acizliklerini vurgulamak istercesine yerleştiren bir mizansen anlayışı ile hayli çarpıcı bir etkileyicilik yakalıyor. Zaman zaman uzun ve sabit kamera ile çekilmiş planlarda yakaladığı yüksek görsel gücü ile Finli görüntü yönetmeni Timo Salminen’in çalışmasından ayrı düşünülemeyecek bir film bu. Sanatçının ışık kullanımı (doğal ve yapay ışıkların ustalıklı bir karışımı var karşımızda) ve yalın ama çarpıcı görüntüleri filme kesinlikle çok ciddi bir katkıda bulunuyor. Çekimlerin yapıldığı bölgenin gizemli olarak adlandırılabilecek coğrafî özelliğinden akıllıca yararlanmış filmin yaratıcıları ve ortaya kolay kolay unutulmayacak kareler koymuşlar. Bu anlardan birinin göz yaşartacak denli bir güzelliği var ve sadece o kısa an için bile film görülmeyi hak ediyor nerede ise: Yıldızlı bir gecede kayaların üzerinde oturan ve sonra yere uzanan adam, onun elindeki ve kızına ait bir oyuncak asker ve yanında saplı olan kılıçtan oluşan görüntü bir “tablo güzelliğine” sahip ama görüntüyü çarpıcı kılan bu tablo hali değil asıl olarak; bu kısacık an karakterin yalnızlığını, çaresizliğini ve arayışını anlatabilmesi ve görüntünün gücünü ustaca kullanabilmesi ile filmin bu alandaki başarısının en önemli örneklerinden biri oluyor kesinlikle.
Düşsel bir hikâyeyi gerçekçi görüntülerle anlatabilmek de filmin başarıları arasında. Alonso ile birlikte senaryoyu yazan Arjantinli şair ve romancı Fabian Casas’ın hikâyenin zaman zaman sert bir ton alan “gizemli şiir” havasının yaratılmasında katkısı olmuş olsa gerek. Alegorik bir hikâye bu ve karşımıza çıkan “metafor”ların yorumu da her bir seyirci için ve hatta aynı kişinin her bir seyretme tecrübesi için farklı çağrışımlar yaratabilir. Kişisel görünümlü bir hikâyeyi geçtiği toprakların tarihi ile ilişkilendirerek anlatabilen, toprakların doğasını hikâyenin karakterlerinden biri yapmayı başaran filmde başroldeki Viggo Mortensen’e ayrıca değinmek gerekiyor. Filmin yapımcılarından biri olan usta oyuncu müziklere, filmin posterinin tasarımına ve diyalogların Danimarkaca olanlarının İspanyolca, İngilizce ve Fransızcaya çevrilmesine de katkı sağlamış. Ama bu katkıların yanında elbette asıl olarak oyunculuğu ile bir kez daha parlıyor Mortensen ve bu çok farklı western filminin kahramanını/anti-kahramanını sade ve güçlü bir oyun ile getiriyor karşımıza. Karakterinin duygularını fazladan tek bir mimiğe başvurmadan, yüzünü ve vücut dilini ekonomik ve doğal bir şekilde kullanarak tam da kendisine yakışan bir şekilde sergiliyor.
Gerçek ile düş, geçmiş ile bugün arasında yumuşak geçiş yapabilen, westernin “erkeksi” havasını bilinçli ama vurgusuz bir şekilde kıran bu farklı film, ortalama seyirci için “sıkıcı”lığın sınırlarında dolaşan ve seyri katkı isteyen bir çalışma olarak herkese göre değil ama yönetmen Alonso’nun altı yıl aradan sonra çektiği bu eser sinemaseverlerin üzerinde düşüneceği bir çalışma olarak kesinlikle ilgiyi hak ediyor.
(“Hayal Ülkesi”)