Gabrielle – Louise Archambault (2013)

“Ama onlar birbirlerini seviyorlar. Herkesin sevilmeye hakkı vardır”

Williams sendromlu bir kadının kendisi gibi nörolojik bozukluğu olan bir adama aşık olması ile gelişen olayların hikâyesi.

Kanadalı sinemacı Louise Archambault’un yazdığı ve yönettiği bir film. Kendisi de Williams sendromuna sahip olan Gabrielle Marion-Rivard’ın çok başarılı bir performansla canlandırdığı karakterin yaşama tutunma arzusu ile seyirciyi kolayca etkileyebilecek bir hikâyesi olan çalışma zaman zaman bir sosyal duyarlılık filmi havasına bürünse de ve vermek istediği mesajları fazlası ile hissettirse de dozunda duygusallığı, Marion-Rivard’ın ve ona eşlik eden profesyonel oyuncu Alexandre Landry’nin performansları, “normal” bireylerin “öteki” olarak gördüğü kategoriye giren insanların dünyasına samimi ve içeriden bakışı ile ilgiyi hak eden bir çalışma.

Gen bozukluğundan kaynaklanan bir nörolojik bozukluk olan Williams Sendromundan muzdarip, 22 yaşındaki genç bir kadını anlatıyor filmimiz. Koro çalışmalarına da katıldığı ve benzer problemleri olanlarla birlikte kaldığı özel merkezde yine nörolojik bir sorunu olan genç bir adam ile tanışıyor ve aşık oluyor ona. Hikâye bundan sonra iki temel ve birbiri ile bağlantılı yolda ilerliyor ve bu tür hastaların “normal” insanlar gibi yaşamalarının gerçekçiliğini sorgular ve sorgulatırken, diğer yandan toplumun bu tür insanlara bakışlarındaki farklılıkları ve bu bakışların hastalar üzerindeki etkilerini gösteriyor bize. Öncelikle şunu söylemeli ki Kanada toplumu ve genel olarak Batı toplumu “engelliler” konusunda bizimki gibi toplumlardan, bir başka deyişle engellilerin ortalıkta pek görünmemesinin en “doğal” çözüm yolu olarak göründüğü toplumlardan çok farklı ve doğru bir yerdeler şüphesiz. Hikâye tüm insanların becerileri ve kısıtları kapsamında hayata karışmalarını teşvik eden bir toplum gösteriyor bize. Gerçekte bu derece iyi midir koşullar bilmiyorum ama bir otobüs yolculuğunda gürültü nedeni ile rahatsız olan yolcuların bir parça ters bakmaları dışında pek de bir sorun yok gibi görünüyor ortada. Yine de iki gencin ailelerinin ilişkilerine bakışlarındaki farklılığı temel bir problemin hâlâ sürdüğünü gösteriyor. Genç adamın annesi sürekli oğlunu kontrol altında tutup, neden olabileceği/yaşayabileceği problemlerden sakınmaya çalışıyor onu; kadının ailesi ise ona mümkün olduğunca özgür bir hayat sunmaya çalışıyor. Her iki yaklaşımın da artıları ve eksileri var kuşkusuz ama film tarafını belli ediyor hikâye boyunca ve herkesin aşkı hak ettiği mesajını net bir biçimde veriyor.

Filmde rol alan profesyonel oyuncular dışında, tıpkı Gabrielle Marion-Rivard gibi müzik korosundaki diğer oyuncular da bir bakıma kendilerini oynuyorlar. “Les Muses Chorale” adındaki bu gerçek koronun filmde kendisini canlandıran Kanadalı müzisyen Robert Charlebois ile vereceği ortak konser hazırlıkları nedeni ile sanatçının Fransızca müziklere aşina olacağı şarkılarını dinleme fırsatını da buluyoruz. Ne var ki finaldeki konser sahnesi filmin zaman zaman kaydığı gereksiz uzatılmış ve sıradanlaşmış anların örneği oluyor ve sıradan bir Amerikan televizyon filmi gibi aileye hitap eden, politik doğruculuğa dikkat edilen ve sinemasal dilin çok da önemli olmadığı eserleri hatırlatıyor bize. Bu problem bir yana bırakılırsa, yönetmen Louise Archambault genel olarak hikâyesine uygun bir anlatım göstermiş ve zaman zaman küçük dokunuşlarla filme görsel/işitsel bir keyif katmış. Örneğin kadının dış dünyada sorun yaşadığı anlarda tüm sesi kısarak adeta seyirciyi de onunla birlikte iç dünyasına kapatıyor ve yaşadığı sorunları yoğun bir biçimde hissettirmeyi başarıyor. Finale doğru tanık olduğumuz ayrılık sahnesini ise abartılı bir duygusallığın tuzağına düşmeden zarif bir biçimde halletmiş yönetmen.

Sonuçta çetrefilli bir konu filmin seyircisine sunduğu ve gösteriyor ki bu tür durumların her birinin ayrı bir özenle ve kendi karakteristikleri ile ele alınması gerekiyor ve bu da tüm toplumun ortak duyarlılığı ve önceliğini gerektiriyor. Archambault senaryosu ve mizanseni ile bu çetrefilli konuyu duyarlılıkla ele almayı başarmış ve amatör ve profesyonel oyuncuları, Marion-Rivard ve Alexandre Landry’nin ikili sahnelerinin örneği olduğu biçimde ustalıkla kaynaştırmış görünüyor. Koronun hazırlık sahneleri de yine yönetmene (ve elbette tüm o “hastalar”a) takdirlerimizi iletmemiz gereken bir incelik ile anlatılmış ve oynanmış. Buna karşılık finaldeki konser sahnesi o denli uzamış ki filmin genel olarak sakınmayı başardığı “kamu spotu” havasına neden olmuş nerede ise. Sık sık kullanılan el kamerası ve görüntü tercihleri ise hem filme belgesel havası katmış (olumlu anlamda) hem de bu “sosyal duyarlı gerçekçiliğini” desteklemiş (olumsuz bir sonuç).

Şarkıların zenginleştirdiği ve baş oyuncusu Gabrielle Marion-Rivard’ın bir yıldız performansı sunduğu film ilgiyi hak eden ve görüntü yönetmeni Mathieu Laverdière’in ve orijinal müzik çalışmasını yapan François Lafontaine’nin de katkıları ile zenginleştirdiği bir çalışma özet olarak.