Fransız futbol yıldızı Marcel Desailly’nin otobiyografisi. Fransa millî takımının forması ile 1998 Dünya Kupası’nı ve 2000 Avrupa Şampiyonası’nı, Marsiya ve Milan formaları ile Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Gana asıllı bu ünlü futbolcu, otobiyografisini Fransız gazeteci Philippe Broussard’ın yardımları ile hazırladığını söylüyor ve önsözde şöyle diyor: “Bu kitap hayatlarımı anlatıyor. Bütün hayatlarımı: Fransız Desailly’nin; Afrikalı Desailly’nin; futbolcu Desailly’nin ve daha özel olan, güzel olduğu kadar üzücü de olan benim hayatımı.” Kitabı, annesini ve -aynı anneden olan- kardeşlerini kendisi ile birlikte Gana’dan Fransa’ya götüren ve “beyefendi” olarak adlandırdığı Fransız diplomat ile annesine ithaf etmiş ünlü futbolcu ve hem modern dünyadaki bir futbol yıldızının hayatından hem de genel olarak futbol dünyasından hayli içeriden oluşturulmuş izlenimler ile dolu, okunması keyifli bir eser koymuş ortaya. Desailly, kitabı otuz üç yaşındayken ve futbolculuk kariyeri henüz devam ederken yazmaya başlamış. Nantes ile başlayıp, Marsilya ve Milan ile devam eden ve daha sonra Chelsea ile devam eden kariyerinde bu İngiliz takımında top koştururken yazılmış kitap ve bu nedenle pek çok yıldız futbolcunun kariyerinin son durağı olan Katar’da iki ayrı kulüpteki son futbolculuk günlerini ve emeklilik sonrasını kapsamıyor. Hayli iyi ve içten yazılmış bir önsöz ve hemen başlarda vurguladığı detaylarla (isminin hayli “antika” bir Fransız ismi olması ama kendisinin Afrika kökenli olmasındaki ironi gibi) samimi bir giriş ile başlıyor kitap ve Desailly samimiyetini -en azından bizimle paylaştığı kadarı ile- hep koruyor takip eden sayfalarda.
Desailly kitabında özellikle kökenleri başta olmak üzere ve magazin boyutlarına hiç uğramadan özel hayatından da bahsediyor bize -ve olması gerektiği gibi- bu paylaşımları kendi karakteri, hayatı, kültürü, kökenleri ve futbolculuk kariyerini şekillendirenlerle kısıtlı tutuyor. Gerçek adı Odenkey olan futbolcunun hayatını şekillendiren tesadüf (bir Fransız diplomatın daha önce evlenmiş ve boşanmış, “gayrimeşru” çocuğu olan bir Ganalı kadına aşık olup onu ve ailesini Fransa’ya götürmesi) okunması hayli keyifli bir kitaba kaynaklık eden bir müthiş hikâye yaratmış ve futbolla pek ilginiz olmasa da bugün dünyanın -maalesef- en büyük endüstrilerinden birine dönüşmüş olan bu spor dalının mekanizmaları ve o mekanizmaların en önemli parçası olan, ün ve para bolluğu içinde yaşayan yıldızların hayatları ile ilgili bu kitabın doğmasına neden olmuş. Dört yaşında geldiği Fransa’yı hep asıl vatanı olarak gören ve kendisini her zaman Fransız hisseden futbolcunun, yaşı ilerledikçe ve hayatı ile ilgili sorgulamaları başladıkça Ganalı kökenlerini de keşfetme arzusu duyması ve iki kimliğini -Fransız olan “doğal olarak” ağır basmakla birlikte- bütünleştiren bir noktaya gelmesini içten bir şekilde anlatıyor Desailly. Potansiyeli yüksek bir oyuncuyken genç yaşta bir trafik kazasında ölen ağabeyi Seth’in cenazesi veya yıllar sonra ilk kez gördüğü Ganalı gerçek babasının daha tanışır tanışmaz kendisinden finansal yardım istemesi gibi örnekler üzerinden Fransız ve Ganalı (aslında daha genel olarak Afrikalı) olmanın farkları üzerine de sık sık düşünmüş Desailly ve anlamaya çalışmış bu farkları ve çoğunlukla da uzlaşmış bu iki kültürü birbirinden ayıran unsurlarla.
Formasını giydiği tüm kulüplerin kendilerine özgü kültürleri üzerine de yazan futbolcu hem bu kültürler hem de genel olarak futbol dünyası için aslında hayli şanslı bir dönem de top koşturmuş. Tanığı ve parçası olduğu dönem epey malzeme sağlamış futbolcuya: Fransız millî takımı ile kazandığı büyük kupalar ve bu dönemin hemen öncesinde takım içindeki problemler, Fransız millî takımının ve millî marşının kendi sahasında Cezayir asıllılar tarafından protesto edilmesi, Marsilya’da oynarken kulübün başkanlık koltuğunda ünlü iş adamı ve politikacı Bernard Tapie’nin olması (aralarında Desailly’nin de takımda olduğu dönemdeki şike olayı olmak üzere pek çok yasa dışı işe bulaşan hayli popüler bir isim) ve Milan’da oynarken de kulübün başkanlığını bir başka popüler ve yine yasa dışı işlere bulaşan Silvio Berlusconi’nin (yine bir iş adamı ve politikacı!) yapması gibi unsurlar ciddi bir malzeme sağlıyor kitap için ve bunları da akıllıca ve özenle kullanmış Desailly kitabında.
Kitapta Desailly’nin kendisi ile ilgili çizdiği resim üzerinde de durmak gerekiyor; samimi ve dürüst bir bir dil kullandığını hissediyorsunuz ve kendisini bir kahraman (ya da bir yıldız) olarak resmetmekten kaçınıyor Desailly. Onun kendisi ile ilgili çizdiği resmin doğruluğuna güvenirsek -ki aksi için bir neden yok-, şunu kabul etmemiz gerekiyor ki tespitleri ve eleştirilerinin doğruluğuna katılacağınız futbolcu eleştirdiği gerçeklerle ilgili bir aksiyon içinde olmamış hemen hiç. “Sahte ortam”, “züppelik”, “sürekli para hakkında konuşmak” gibi ifadeleri sıklıkla kullanıyor futbol dünyası için ama bunu gerçek anlamda ne kadar eleştirdiğini anlamakta zorlanıyorsunuz. Futbolun endüstrileşmesinin bu sporun güzelliği ve doğasındaki paylaşma ve dayanışma duygusunu aslında yok ettiğini ve onu masum bir oyundan tehlikeli bir rekabete dönüştürdüğünü söylemeye kadar yaklaşıyor ama bunu asla net bir şekilde dile getirmiyor Desailly. Olimpik Marsilya’da oynarken yaşananlarla ilgili olarak bir yerde şunları yazıyor: “Tepki vermen, tavır koyman, kendin gibi kalman gerekirdi; ilkelerin ve gelişmen uğruna yöneticilerin dalaverelerine karşı gelmen gerekirdi dediğinizi duyabiliyorum. Futboldan başka hiçbir yeteneği olmayan, Fransa şampiyonu ve 1991 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde oynamaktan başka hiçbir sıfatı olmayan yirmi dört yaşındaki hangi insan tüm bunları yapabilirdi?” Burada gençliğini gerekçe olarak öne süren futbolcu, kitabın ilerleyen bölümlerinde “otuz yaş bunalımı”nı anlatırken ise şöyle yazıyor: “Futbol, insanları yaşlandırır. Futbolcular daha on beş yaşındayken olgun insanlar olurlar.”
Sık sık bir savunma yapma ihtiyacı hiseetmiş Desailly: “…herkes kendi canını kurtarmaya, kendi rolünü oynamaya çalışıyordu. Pek az kişi farklı davranmaya cesaret edebiliyordu. Ben, basit bir savunma oyuncusu olduğum bu grubun içinde göze batmamayı seçtim, buna sığındım.” (Marsilya’nın karıştığı şike olayı) gibi sözlere sıkça rastlanıyor kitapta. Kendisine hiç sorulmadan Marsilya’dan Milan’a satıldığında “hayatının değiştirildiğini” ama “bunun kendisine telefonda ve hiç önemli bir şey değilmiş gibi söylenmesi”ne bozuluyor ama bundan bahsettiği bölümü “Yine de… Milan!.. Milan! Milan!” ifadesi ile bitirirken mutluluğunu gizlemiyor. Bir yandan köle pazarında satılığa çıkarılmış muamelesi görmekten şikâyet edip, satıldığı yeni sahibi ile gurur duymak bir çelişki kuşkusuz. Bu çelişki elbette sadece ona özgü değil, bir yandan konumunun getirdiği ünün ve paranın tadını çıkarıp, diğer yandan bundan bunalmak ama bu duruma neden olan sistemi hiç sorgulamamak hemen bütün popüler isimlerin karşı karşıya kaldığı bir ikilem kuşkusuz. Bu sistem içinde kalıp -en azından bir şekilde- sistem dışı davranan futbolucular da var; örneğin Brezilyalı Sócrates veya Sırp Ivan Ergić, futbol dışındaki birikimleri, içinde bulundukları sistemi açık bir şekilde eleştirebilmeleri, politik olmaktan çekinmemeleri ve konumlarını/kazandıklarını bağış vs. gibi “risksiz” yardım faaliyetleri dışında da kullanmaları ile çok daha farklı bir yerde duruyorlar.
Kitabı okuduktan sonra gerçekten de futbolun sadece futbol olmadığını, hatta futbolun her şey olduğunu anlıyorsunuz bir kez daha. Kapitalizmin/sermayenin bu derece önemli bir ilgi ve heyecan kaynağını başıboş bırakması elbette mümkün değil; hem yarattığı rant nedeni ile hem de milyonlarca insan bir araya geldiğinde oluşacak güç sisteme karşı bir “tehlike” oluşturabileceğinden. Marcel Desailly’nin samimi bir dil ile yazdığı kitap -asıl amacı bu olmasa da- işte bu gerçeği hatırlatması ile de önem taşıyan bir kitap. Bundan belki daha da önemli olan ise, kitabı kaleme alanın futbol sevgisini ve futbola ve hayata masum bakışını her satırda hissediyor olmanız.
(“Capitaine”)