“Bana göre, o gece deniz kenarında doğmasını beklediğimiz güneşin birdenbire arkamızda belirivermesi bir işaretti, anlamaya bir davet. Bana göre, biz hemen her konuda hata yapıyoruz. Hepimiz sıkılmış ve hayal kırıklığına uğramış durumdayız, biraz da yorgunuz. Politika ile aktif olarak ilgilenmeyi bıraktık; bu yükten kurtulduğumuz için mutluyuz. Eğlenmeye çalışıyoruz; ama bıkmış durumdayım çünkü eğlenmiyorum. Bir şeyler yapmayı başarmamız gerekiyor. Bugünlerde insanlar kendi işlerini yapmıyorlar ama başkalarına da yardım etmiyorlar. Her konuda başarısız; kadınlarla, ailelerimizle ve kendi aramızdaki ilişkilerimizde, okul hayatımızda, işte. Kendimizi değiştirmek ve büyükbabalarımıza benzememek için yapmamız gerekenleri konuşmak istiyorum, günlük her şeyde dürüst ve devrimci olmayı… Bir açılış konuşması için bunun uygun olacağını düşünüyorum”
1960’ların ikinci yarısında politik eylemlere katılmış, şimdi hayal kırıklığı ve belirsizlik içinde kendileri ile ve hayatla ne yapacaklarını bilemeyen genç arkadaşların hikâyesi.
Nanni Moretti’nin yazdığı ve yönettiği bir İtalyan yapımı. Yönetmenin 1976 yapımı “Io Sono Un Autarchico” ve 1981 tarihli “Sogni Doro” (Altın Düşler) ile birlikte, kendisinin Michele adındaki kahramanını canlandırdığı üçlemeyi oluşturan film İtalyan solu, gençliği ve toplumu üzerine ironik bir hikâye anlatıyor bize. Moretti’nin dramatik unsurları da olan bu komedisi çok konuşan, sorgulayan ama eylemsellikleri -hayal kırıklığı ile birlikte- sıfırlanmış İtalyan gençlerinin resmini çiziyor. Michele karakteri üzerinden bir yandan bencil öte yandan kendinden pek de hoşlanmayan gençlerin amaçsızlığı ve çıkışsızlığını ironik bir havada sergileyen film genel olarak özellikle 1968 sonrasındaki hayal kırıklığı ve sadece dünyayı değil, kendilerini de değiştiremeyen bir kuşağın hikâyesi olarak ilgi çekiyor. Politik ve eleştirel içeriği, ironiyi tüm süresine yayabilmesi ve tüm karakterlerinin “zavallı” hâli ile eğlendirmeyi de başaran film Cannes’da Altın Palmiye için yarışmış ve ayrıca Moretti’nin hınzır senaryosu İtalyan sinema yazarlarının En İyi Orijinal Hikâye ödülüne sahip olmuştu.
Moretti filmin adını İncil’de geçen “Ecce Homo” (İşte İnsan) adlı ifadeden esinlenerek koymuş. İsa’yı yargılayan mahkemeye başkanlık eden Pontius Pilatus’un, onu çarmıha gerilmeden hemen önce öfkeli kalabalığa göstererek söylediğine inanılan bir cümledir bu ve İsa’yı başında dikenli taçla gösteren sanat eserlerine verilen isim olarak da kullanılmaktadır. Moretti “Homo” yerine “Bombo” (Yaban arısı) kelimesini koymuş ve 1968’i yaşayan gençleri bu hareketin sonrasında göstermiş bize filminde. İsa’nın isyanı ile 1968 isyanını ve her ikisinin sonunu örtüştürmek istemiş olabilir Moretti bu seçimi ile. Bizim kahramanlarımız belki fiziksel olarak çarmıha gerilmiyorlar ama onun o anda hissetmiş olması gereken yalnızlığı ve acıyı hissediyorlar ve tuhaf yollarla kurtulmaya çalışıyorlar (ya da öyle görünüyorlar) bu duygularından. Moretti açılış jeneriğinde “Ecce Bombo” diye bağıran bir erkek sesini dinletiyor bize birkaç kez. Deniz kenarında geçen bir sahnede genç arkadaşlar güneşin doğuşunu beklerken, arkalarındaki yoldan geçen bisikletli bir yaşlı eskici adamdan da duyuyoruz bu ifadeyi daha sonra. Son olarak da genç arkadaşlardan biri belki de deniz kenarındaki adamı hatırlayarak bağırıyor “Ecce Bombo” diye, bitmek bilmeyen boş sohbetlerinin birinde. Yaban arısının özel bir anlamı var mı bilmiyorum ama özellikle de Ecce Homo’ya aşina olmayan bir seyirci için anlamsız gelebilecek bu isimlendirme başta Michele olmak üzere tüm karakterlerin absürt yaşam şekillerine ve anlamsızlıklarına bir gönderme olarak önem taşıyor.
Moretti’nin üçlemenin diğer iki filminde olduğu gibi kendisinin canlandırdığı Michele karakteri filmin en eğlenceli ve önemli kozlarından biri. İsyankâr, oldukça bencil, başta ailesi olmak üzere herkes ile çatışan, kadınlarla ilişkileri çoğunlukla bencilliğinden kaynaklanan nedenlerle sorunlu ve yaşadığı çağ ve toplumla uzlaşamayan ama 1968’den sonra bunların yerine ne koyulması gerektiği konusunda da kafası karışık bir genç Michele. Bir yandan bencil olup bir yandan da kendisinden nefret eden bir nesil bu ve bu tutarsızlığı sonucu olan komedi ile birlikte eğlenceli bir biçimde önümüze getiriyor Moretti. Apolitikleşmiş karakterleri anlatan ama politikayı bu karakterlerin günlük hayatlarında bir şekilde hep gösteren filmlerden biri bu. Bir filmin çekimini izlediğimiz açılış sahnesinde İtalyan sinemasının ırkçılığından söz edilmesi, sürekli olarak bir radyo programını arayıp Etiyopyalı arkadaşının görüşleri üzerinden İtalya ile ilgili yorumlar yapan adam, okulda oturma eylemi planlayan öğrencilerin tartışmaları, Şilili solcu müzik grubu Inti-Illimani’nin konserine giden çift, çeşitli toplantılarda burjuvanın parçalanması ve buradan sınıf mücadelesinin çıkarılması konuşmaları, bir aile ziyaretinde plağı çalınan Gino Paoli’nin İtalyan Komünist Parti üyeliği ile tanınan bir sanatçı olması, eğlenceli bir sahnede Michele’nin “Kızıllar, faşistler… hepsi aynı” diyen adama saldırması vs. pek çok örneği var filmdeki politikanın ama bunlar karakterlerin hayatında saman alevi gibi parlayıp sönüyor çoğunlukla ve hiçbir zaman da doğrudan bir politik eyleme dönüşmüyor.
Dört arkadaşın (ve sonra aralarına katılan bir beşincisinin) havalı cümlelerle konuşmaları; Fellini’den dadaistlere ve Marx’a uzanan göndermelerinin kanıtı olduğu birikimlerinin bir yere varmaması; etraflarını küçümsemeleri ama kendilerinin de kayda değer bir üretimleri olmaması; kadınlar ve cinsellik konularındaki bencil, çocuksu ve şımarık tavırları; -telefonda Tosca’dan bir aryayı dinletme sahnesinde olduğu gibi- aptalca oyunları ve -deniz kenarındaki sahnede olduğu gibi- konuşmaları ama birbirlerini dinlememeleri temsilcisi oldukları genç kuşağın sonuçsuz, belirsiz, zayıf arayışlarını ve en çok da hayal kırıklıklarını gösteriyor bize film boyunca. Onların bu durumunu Moretti, komedisinin kaynağı olarak kullanıyor ve bunu yaparken de karakterlerini tüm ciddiyetleri ile birlikte gösteriyor çoğunlukla. Böylece onların acınası ciddiyetinden karşımıza ironi dolu bir eğlence çıkıyor. Michele’nin filmin başlarında danslı partiye gitmeyi ama orada dans etmeyerek ve belli bir poz takınarak nasıl “cool” görüneceğini planladığı sahne bu eğlencenin önemli örneklerinden biri.
Oldukça bol konuşmalı bir hikâye bu ama konuşmalar hemen hep iletişimsizliğin de göstergesi oluyor. Michele’nin ailesi içindeki konuş(ama)maları örneğin, Moretti bu amaçla kullanıyor çoğunlukla; onun çalışma masasında kitap okuyan babasının ilgisini çekmek için yaptıkları, ilgi çekmeye çalışan babaya atılan tokat veya Michele’nin kız kardeşlerine beceremediği ağabeylik gösterileri yönetmenin bu çabasının eğlenceli örnekleri olarak gösterilebilir. Film dil olarak bugün biraz eski görünebilir ve ironisinin gücü her zaman yeterli olmayabilir ama mutsuz olduğu dünyayı / dünyasını değiştirmek için gereken çabayı harcamaktan uzak, kaybettikleri politik mücadele ile hiç örtüşmeyen bir şekilde kendisine odaklı yaşayan neslin bu hikâyesi politik arka plandan, ironiden ve meselesi olan komediden hoşlananlar için ilginç bir çalışma kesinlikle.