“Ben “X Kontrol”ün insanları kurtarmasını istedim, o ise insanları yönetmesini”
Bilgisayar oyunlarını test eden bir adamın, kendisine gönderilen son oyunun gerçek dünyada karşılığı olduğunu keşfetmesi ile yaşananların hikâyesi.
Nicholas Gyeney’in yönettiği, André Kirkman ile birlikte senaryosunu yazdığı ve yapımcıları arasında da yer aldığı A.B.D. yapımı bir film. İlginç bir fikir ile başlayan ama özellikle ikinci yarısında kendisini bir bilgisayar oyununun aksiyon havasına tamamı ile teslim eden film, hikâyesinin gerçekçilik problemlerinin yanında derinliksizliği ile de zayıf bir film. Oyunculuklarının da çoğunlukla aksadığı veya en fazla vasatı tutturabildiği filmin hikâyesi içeriği açısından da sorunlu. Bilgisayar oyunu estetiğini üslup olarak benimsemesi ve hikâyesi ile oyun meraklılarının ilgisini çekebilir belki ama bu düşük bütçeli çalışma bütçe problemi ile açıklanamayacak problemlere sahip.
“Silahlar sadece oyunlarda kalsın” diyerek silah karşıtı mesajlar veren bir oyun şirketi sahibi, fikir ayrılıkları nedeni ile ondan ayrılmış olan eski ortağı ve oyunların test sürümlerini oynayarak şirkete geribildirim veren ve hayatını bu şekilde kazanan bir genç adam. Bu üç temel karakter üzerinde ilerleyen hikâyenin ilginç bir çıkış noktası var: Genç adam oyunu test ederken yaptıklarının gerçek hayattaki bir karakteri (ki şirketten ayrılmış eski ortak bu) kontrol ettiğini ve şirket sahibinin onu şeytanî planının kuklası yaptığını fark eder. Açılış jeneriğinde uzaylı yaratık, 11 Eylül, Kennedy ve aydaki ilk yürüyüşün de yer aldığı ve komplo teorilerinin konusu olmuş olay ve kişilere yer veren ve “Hiçbir Şey Göründüğü Gibi Değildir” sloganını önümüze koyan filmin bu örneklerle ilgisi olmayan bir hikâye anlatmasının garipliği ile başlayalım öncelikle. Sanal gerçekliğin ötesine geçip, gerçek hayatta oynanan bir oyun var karşımızda ve filmin bu hikâyeyi jenerikte gösterdikleri ile hayli zorlama ve gereksiz bir örtüşme içinde anlatmasını anlamak pek mümkün değil. Bu problem, genel olarak filmin temel bir sıkıntısının da kaynağı aslında. Yola çıkılan ilginç fikir ile daha sonra ne yapacağını bilememiş film ve içerik olarak gittikçe anlamsızlaşırken, biçim olarak da bir bilgisayar oyununun düzeyinin altında kalmış genel olarak.
Karakterlerinin zayıflığına denk düşen performansları ile Manu Bennett, Larenz Tate ve Linden Ashby’nin de bir çekim kaynağı olamadığı ve oyun karakterleri kadar yapay oynadığı filmin hikâyesinin ciddi bir sorunu daha var: Politik olarak çok yanlış bir mesajı bilinçli veya bilinçsiz olarak vermek. Hikâyenin kötü adamı olan şirket sahibinin silah karşıtı söylemlerin sahibi olması ve ortağının, geliştirdikleri teknolojinin sadece ordu tarafından kullanılması gerektiğini söylemesi dikkat çekici. Bir yandan silah karşıtlığının, sahibi üzerinden adının kötüye çıkarılması söz konusu burada, diğer yandan ise bir kurum olarak ordunun doğru ve adil sıfatları ile birlikte anılması üzerinden üretilen bir militarist yaklaşımı var filmin. Oyunlardaki şiddet sahnelerini eleştirmek gibi bir niyeti varsa da filmin (ki açıkçası pek de öyle görünmüyor), aralıksız şiddet sahnelerine neden tanık olduğumuzu da izah etmesi gerekiyor bize. Bu şiddet sahnelerinin her zaman bir bilgisayar oyunu estetiği ile sergilenmesi oyunların eleştirisinden çok, bu oyunlara düşkün olanları cezbetmek için tercih edilmiş gibi duruyor.
Filmin olumlu anlamda dikkat çeken taraflarından biri bilgisayar oyunu estetiğini taşıdığı anları. Örneğin başlarda yer alan ve ortağın eşinin kaçırılmasını gösteren sahne bu estetiğin parladığı anlardan sadece biri. Gerçek görüntüler ile bu görüntülerin animasyon karşılıklarının peş peşe gösterilmesi de filme bir çekicilik katmış kesinlikle ve filmin de açıkçası en kayda değer başarısı bu teknik alanda olmuş. Oyuncu (bilgisayar oyununu oynayan karakter) ile yönettiği oyun karakterinin, bir başka ifade ile söylersek kuklacı ile kuklanın gerçek hayatta yüzleşmesi de filmin ilginç bir başka öğesi. İşte bu tür başarılarını ne yazık ki başka bir alana taşıyamamış filmimiz ve örneğin oyunu oynayan genç adamın karakterinde olduğu gibi, kullanmaya soyunduğu klişelerin bile hakkını verememiş örneğin. Bu adamın sık sık yaptığı esprileri hayli zorlama ve bu hâli de iki yıldır evinden çık(a)mayan bir adamın paranoyası ile hiç örtüşmüyor. Amir Derakh, Ryan Shuck ve Anthony Valcic imzalı ve hikâyeye genel olarak katkı sağladığı görünen müziğin zaman zaman büründüğü gizemli hava ise bir parça tuhaf duruyor ve uyuşmuyor hikâyenin teknolojik içeriği ile.
Bitmek bilmeyen kavga sahnelerinin yer aldığı, sekiz dakika süren ve tek çekimden oluşan birinde bir adamın on altı rakibini birden devirdiği filmin hikâyesi gerçekçilik problemleri ile dolu ve bunlardan en önemli olanı da oyunların aksine sonsuz sayıda ihtimali barındıran gerçek hayatı bir bilgisayar oyununun sınırları içinde yönetilirken göstermek. Ne var ki hikâyesi de bir bilgisayar oyunununda göreceğiniz düzeyi aşamayan bir film için doğal bir sonuç bu. Bilgisayar oyunu işinde çalışan ve normalde pek de fiziksel yetenekleri ile öne çıkması beklemeyen karakterlerin bir aksiyon filmi karakteri gibi dövüşebilmeleri filmin tuhaflıklarından bir diğeri.
Felsefesi olan bir bilgisayar oyunu gibi başlayıp, aksiyondan ibaret bir bilgisayar oyununa dönüşen film aksiyon ve oyun meraklılarının ilgisini çekebilir yine de ve başka bir beklenti taşımadan, sadece hikâyenin gidebileceği (ama gitmeyi tercih etmediği veya nefesinin yetmediği) noktaları hayal etmeyi sevenler için de çekici olabilir.