Lucky Number Slevin – Paul McGuigan (2006)

“Kansas City hilesi şudur: Herkes sağa bakarken, sen sola gidersin”

Başkası zannedilen bir adam, tesadüfen tanıştığı ve ona yardımcı olmaya çalışan bir kadın, birbirinin sıkı düşmanı iki çete lideri, hepsinin peşinde bir polis ve bir tetikçinin hikâyesi.

Jason Smilovic’in orijinal senaryosundan Paul McGuigan’ın yönettiği bir A.B.D. ve Almanya ortak yapımı. Hızlı kurgusu, dinamik anlatımı, son yarım saatine kadar varlığını koruyan -pek de kara olmayan- mizahı, oyunları ve hiçbir şeyin aslında göründüğü gibi olmaması ile kesinlikle ilgi çeken ama yine aynı özellikleri nedeni ile bir süre sonra yoran ve orijinalliği de tartışmalı bir film bu.

Takip eden hikâye ile bağlantısını baştan kuramadığınız ama sinemanın bu tür oyunlarına alışıksanız finale doğru bu bağlantının ortaya çıkacağınız bildiğiniz türden sahneler ile açılıyor film. Peş peşe iki suikast izliyoruz, her biri son derece hızlı bir kurgu ile anlatılan bu hayli sert cinayetlerden sonra geçmişe dönüyor ve bahiste para kaybeden bir adamın, eşinin ve çocuğunun infaz edilmesine tanık oluyoruz. Tüm bu olanların birbiri ile ilişkisini ya da neyin gerçek olduğunu neyinse göründüğü gibi olmadığını anlayacağınız ve doğal olarak başta anlamsız gelenlerin gerçeği öğrenince anlamlı hâle geleceği, günümüzdeki hikâye başlıyor sonra. Senaryonun benzerlerinden belki de en önemli farkı baştaki gizemle ve aldatmaca ile yetinmeyip, finaline kadar bu tavrını koruması ve tüm hikâyesine yayması bunu. Bir başka ifade ile söylersek, filmin hemen her sahnesi bir öncekinde gördüğümüzün gerçekliğini sorgulatan veya bozan bir içeriğe sahip. Bu tercih, “zekî” ve akıl oyunları ile dolu senaryolardan hoşlananların epey hoşuna gidecektir kuşkusuz. Buna yönetmen Paul McGuigan’ın ve kurguyu üstlenen Andrew Hulme’ın dinamik çalışmalarını, Peter Sova’nın hareketli kamerasını ve tüm bunlara keyifle eşlik eden J. Ralph’ın müziklerini de ekleyince ortaya soluksuz izlenebilecek bir yapıt çıkıyor elbette ve eğer sinemadan beklentiniz bu ise, sizi tatmin de edecektir bu sonuç. Üstelik filmin zengin bir oyuncu kadrosu da var: Başrolde yer alan ve filmin nerede ise ilk yarısının tamamında üzerinde sadece beline sarılı bir havlu ile oynayan Josh Hartnett, Bruce Willis, Morgan Freeman, Ben Kingsley, Stanley Tucci ve Lucy Liu… Bu oyuncuların varlığı filme belli bir ilgiyi çekmeyi garanti ediyor kuşkusuz ve hemen tümü de bu ilgiyi haklı kılıyorlar oyunculukları ile; hemen tümü demek gerekiyor çünkü Willis pek orijinal olmasa da ilgi çekici olan karakterini nerede ise hiç oynamadan canlandırıyor. Tüm yan karakterler içinde ilgi çekici olanı ise Liu’nun oynadığı otopsi uzmanı ve Liu da oyunu ile bu karakteri hayli çekici kılıyor.

Smilovic’in senaryosu filme yaklaşık son yarım saatine kadar mizah da katıyor; bu mizah daha çok Tarantino tarzı bir mizah ve onun da bu açıdan Hong Kong aksiyon filmlerinden epey esinlendiğini düşünürsek sonuç çok da orijinal görünmüyor. Örneğin karakterlerden birine neden “haham” dendiği üzerine yapılan espri hem fazlası ile tekrarlanması hem de adeta bir Tarantino filminden alınmışa benzeyen tarzı ile pek de eğlendirmiyor. Pek çok sert sahnenin mizahla süslenmesi ise bir yandan bir denge yaratıyor gibi görünüyor ama diğer yandan kanlı sahnelerin mizahla eğlenceli hale getirilmiş olmasının yarattığı bir rahatsızlık da söz konusu. Bir kara mizah olsaydı karşımızda, bu rahatsızlık ortaya çıkmazdı şüphesiz ki. Ayrıca sonuçta bir tetikçi olan karakterin bir olumlu havanın içinde resmedilmiş olduğunu ve kimi cinayetlerin (örneğin havaalanı bekleme salonundaki) ille de bunu “hak edenler”i kapsamadığını da dikkate almak gerekiyor.

Filmin tüm bu “aslında gördüğünüz gibi değil hiçbir şey” yaklaşımı bir parça yorucu elbette ve daha da önemlisi, -belki de amaçlanan şekilde- bu tercih özellikle tüm bir son bölümün pek de ciddiye alınmaması riskini de yaratıyor. Oysa, tam da bu son bölüm mizahın tamamen bir kenara bırakıldığı ve filmin sert bir intikam hikâyesine dönüştüğü anları içeriyor. Yine de sonuçta eğlenceli bir film kesinlikle ve bu eğlencenin de tadını çıkarmak gerekiyor. Hiçbir yere varmayan, gürültülü ve -kendi düşündükleri kadar olmasa da- komik arkadaşlarla çıkılan ve bir süre sonra artık bitse de dönsek diyeceğiniz türden bir yolculuk vaat ediyor film ve bu vaadini de tamamen karşılıyor.

(“Şanslı Slevin”)