“O hapishaneye gitmemelisin Bobby, gidersen ayak bileklerini bile çıplak göstermemelisin”
Ağabeyi ve arkadaşı ile birlikte karıştığı bir soygunda bir polisin öldürülmesi üzerine hapse atılan on beş yaşındaki bir genç ile ona yardım etmeye çalışan bir sosyal görevlinin hikâyesi.
1985 yılında Sundance festivalinde büyük ödül için yarışmış bu düşük bütçeli filmi Rick King yönetmiş ve Robert Mickelson’un orijinal hikâyesinden uyarlanan senaryoyu da o yazmış. Farklı bir suç filmi olmaya ve şaşırtmaya soyunan ama bunu yeterince başaramadığı için, ticari sinemanın “cazibesi”ni taşımadığı gibi sanatsal cazibesi de eksik kalan bir çalışma bu. Genç baş oyuncusunun işini iyi yaptığı film sürprizini gerçekçi kılamadığı için vurucu bir etki yaratamıyor ama yine de farklı olmayı denemesi ile ilgi görebilir.
Yönetmeninin de, oyuncularının da öncesinde ve sonrasında çok parlak bir kariyeri olmadığı filmin yönetmeni Rick King’in çabalarının yeterince ve onun arzu ettiği kadar farklı kılamaması nedeni ile genellikle vasat bir görüntü sergiliyen bir film var karşımızda. Belki kısmen düşük bütçesinin de etkisi var bu vasat sonuçta ama asıl problem King’in filmini nereye konumlandıracağına veya bir başka deyiş ile derdinin ne olduğuna karar verememiş olması sanırım. Yardıma ihtiyaç duyan genç suçlular, devletin sosyal aktivitelerinin bütçe kesintileri, önceliklendirme gibi gerekçeler nedeni ile yetersiz kalması ve adalet mekanizmalarındaki haksızlıklar… Film bunların her birini ele alıyor gibi yapıyor ama bir türlü yüzeysellikten uzaklaşamadığı için ve hikâyeye bir iç dinamizm kazandıramadığı için kendisini çekici kılamıyor. Oysa hem bu başlıklar hem de yoksul bir sınıftan karakterleri daha iyi bir senaryo ile somut bir başarısı olan bir sosyal drama filmi üretme potansiyeli taşıyor kesinlikle. Ne var ki yeterince derinlikli çizilmeyen karakterler ki buna baş karakterler de dahil, seyircinin ilgisini üzerlerine çekmekte zorlanıyorlar ve ortaya kesintisiz bir ilgi kaynağı olamayan bir sonuç çıkıyor.
Günümüzün gözde oyuncularından Martin Donovan’ın bu ilk sinema filminde yardımcı karakterlerden birini canlandırdığı çalışmada başı derde giren genç rolünü üstlenen Garry McCleery ve sosyal görevli kadın rolündeki Margaret Klenck zaman zaman televizyon filmi havasında ilerleyen hikâyede üstlerine düşeni, senaryonun yetersizliği nedeni ile özel bir başarı göstermeden, yerine getiriyorlar. Senaryonun finale doğru karşımıza çıkan sürpriz gelişmeye bizi yeterince sağlam biçimde hazırlamaması ve oyuncularına oynayacak sağlam malzeme sunamaması iki oyuncunun da işini zorlaştırmış açıkçası ve karşılarına aşmaları gereken bir gerçekçilik sorunu çıkarmış. Yan karakterlerin klişelerden uzak çizememiş olması (örneğin iyi polis, kötü polis karakterleri) başka bir zayıflığı senaryonun ve fazlası ile tanıdık geldiği için, tüm bu karakterler filme çekemiyorlar seyredeni. Jay Chattaway’in 1980’lere özgü olarak “synthesizer” ağırlıklı olan müziği ise karşımızdaki hikâyeye her zaman uygun düşmeyen bir tempoya sahip görünüyor. Yönetmenin sahneleri birbirine bağlarken zaman zaman farklı sahnelere ait konuşmalar ile görüntüleri birlikte kullanması ise, daha çok kafa karıştırıcı bir sonuca neden olmuş gibi.
Rick King’in senaryosu yetişkinlere özel mahkemede yargılanan çocuk, sosyal görevlinin ilginç geçmişi, yoksulluğun neden olduğu suçlar, genç kahramanımız ile sosyal görevli arasındaki yaş farkına rağmen gelişen aşk, uyuşturucu problemi veya tahliye olan mahkumun ardından ne zaman döneceğine dair iddiaya giren polislerin gösterdiği bir suçtan kaçınamama gerçeği gibi konuları sosyal bir duyarlılıkla ele almaya çalışmış ama bu ve benzeri tüm temalar kısa ve hızlı bir şekilde tüketiliyor, üzerinde durulmuyor vs. Böyle olunca da yönetmenin yaratmaya çalıştığı farklı hava ya hiç oluşmuyor ya da çok kısa bir süre ayakta kalabiliyor. Finali ile ne dediğini anlamak ise pek kolay değil filmin. Tüm bu kusurlarına rağmen, konusunu sömürmeden özgün olmaya çalışan ve günümüzün ünlü bağımsız sinemacısı (yönetmen, oyuncu ve senarist olarak) John Sayles’ın küçük bir rolde, ilginç karakterini başarı ile oynaması filme ilgi göstermeye yeter mi bilmiyorum ama yine de görmekte bir zarar yok filmi.
(“Zor Seçimler”)