“O soğuk hava, o korku, o adrenalin! O öfke, o sinir savaşı diyorum sana! Şimdiki hayatını mı tercih ediyorsun? Şimdi hiçbir şeyin yok ki!”
Taksi şoförlüğü yapan eski bir askerin eskiden tanıdığı bir yolcunun çağrıştırdıkları ile giriştiği tehlikeli bir işin hikâyesi.
Perulu oyuncu Salvador del Solar’ın ilk yönetmenlik çalışması. Del Solar’ın senaryosunu da yazdığı film Peru, Arjantin ve İspanya ortak yapımı olarak çekilmiş ve başta Latin Amerika’da düzenlenenler olmak üzere epey festivalden de ödülle dönmüş. Filmin özellikle bu bölgede ilgi görmesinin nedenlerinden biri belki de hikâyenin yine bu bölgeye özgü ortak bir teması olması. Askerî yönetimler, bu yönetimlerin zulmüne uğrayan halk (özellikle de bu yönetimlerin kolayca terörist olarak yaftaladıkları siyasî aktivistler) ve işkencelerin -hem kurbanlar hem failleri için- neden olduğu ve kolay kolay etkisi ortadan kalkmayacak travmalar… Tüm bunlar hikâyenin bir hatırlama, unut(ama)ma, affetme gibi temaları da bünyesine almasını ve yönetmen/senarist del Solar’ın bu ilk filminde kayda değer bir başarı kazanmasını sağlıyor. Başroldeki Damien Alcazar’ın gerçekçi performansı ile çekicilik kazandırdığı film tüm kurulu düzenlerin (politik veya sosyal, her türlü iktidarın) aslında hep birilerinin şu ya da bu şekilde sömürülmesi üzerine kurulu olduğunu da hatırlatıyor bize. Eric Williams’ın hikâyenin gerilimine katkı sağlayan müziği ve Diego Jiménez’in başarılı görüntü çalışmasının da dikkat çektiği film kefaret üzerine de düşünmemizi sağlaması ile ilgiyi hak eden bir çalışma.
Başkasının taksisinde (ki taksi sahibinin ordudan arkadaşı olduğunu anlıyoruz daha sonra) şoförlük yapan, ayrıca ünlü bir avukatın tekerlekli sandalyedeki emekli albay babasını zaman zaman gezdirerek para kazanan yoksul adamın hikâye ilerledikçe öğrendiğimiz gerçekleri filmi canlı tutan öğelerin başında geliyor. Salvador del Solar’ın hikâyesinin önemli yanı yalınlıktan ayrılmadan ve zorlama sürprizlere başvurmadan etkileyici olabilmeyi başarabilmesi. Tüm karakterleri gerçek kılmayı başarmış bir senaryo var karşımızda ve günahların kefaretinin vicdanlı insanlar için nasıl trajik bir önemi olabileceğini başarı ile anlatan bu senaryoyu hak ettiği bir yönetmenlik ile desteklemiş del Solar. Filmin gerilim ile süslenmiş draması etkileyici ve kurban kadının bastırmaya çalıştığı travmasını açığa çıkaran gelişmelerden sonraki “kaçış” sahnesinde olduğu gibi, etkileyici sahneler de yaratılmış hikâye boyunca. Perulu yazar Alonso Cueto’nun “La Pasajera” adlı kısa romanından uyarlanan film bir ilk çalışma olarak Salvador del Solar için bir başarı kesinlikle.
Anadilini özgürce konuşabilmenin ne kadar önemli olduğunu idrak edemeyenleri herhalde ikna etmeye yeterli olacak güçlü bir sahnesi var filmin. Bir zamanlar işkencenin kurbanı olmuş kadının herkese -yıllardır içine bastırdığı- isyanını kustuğu sahnede İspanyolcayı bir kenara koyup anadili ile konuşması gerçekten yürek parçalayıcı bir güzelliğe sahip. Doğru bir tercih ile altyazı kullanılmamış bu bölümde ve kadının yerel dilinden tek bir kelime bilmesek de gözlerine, vurgusuna ve sesine yansıyan haykırışı, isyanı ve öfkeyi hissetmemek mümkün değil. Perulu oyuncu Magaly Solier’in bu sahnedeki performansı hikâyenin zirve noktalarından biri olarak dikkat çekiyor. Solier’in kendisinin de, karakterinin geçmişteki trajedisinin yaşandığı Ayacucho bölgesinden olması (orduya karşı direnen Maocu “Aydınlık Yol” hareketinin de üssüymüş burası) onun performasının samimiyetinde etkili olmuştur belki de. Başroldeki Damien Alcazar’ın geçmişte kötülüğün parçası olmuş ama günahının ağırlığını içinden hiç atamamış karakterini canlandırırken sergilediği, sadeliğini ve gerçekçiliğini koruyan ama etkileyici de olabilen oyunculuğu da hikâye boyunca bizi karakterinin yanında tutmayı başarıyor.
Filmin önemli yanlarından biri hafızamın gizemini bize hatırlatması olsa gerek. Neyi hatırlayıp neyi unuttuğumuz (bir başka ifade ile söylersek, neyi hatırlamayı neyi unutmayı seçtiğimiz) ve bunun altında yatanlar üzerine düşünmemizi sağlıyor hikâye. Bunun kadar önemli bir başka husus da filmin “demokrasi”ye geçilmiş olsa da ezen ve ezilenlerin sadece farklı adlar altında aynı rolleri sürdürdüklerini bize bir kez daha kanıtlamış olması. Peru nüfusunun yarısını oluşturan yerli halktan olan kadının bu anlamda sembolik bir önemi olduğunu da söyleyebiliriz diye düşünüyorum. Bireysel olanla toplumsal olanı birbirini ezmeden anlatabilen, gerilimin hikâyenin politik yanının önüne geçmemesini sağlayan ve geçmiş günahların bizi ömrümüz boyunca hep izleyeceğini hatırlatan film kesinlikle görülmeyi hak ediyor. Başlarda bir parça sıradan gibi görünebilir hikâye ama açıldıkça çekiciliği artan bir çalışma bu ve bizimki gibi geçmiş günahları ile hemen hiç yüzleşmeyen veya bu yüzleşmeyi yeni günahların gerekçesi olarak kullanan ülkeler için ayrıca bir önem taşıyor.
(“Kefaret”)