Boşlukta Sallanan Adam – Saul Bellow

1976 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Kanadalı – ABD’li yazar Saul Bellow’un ilk romanı. 1944 yılında yayımlanan kitap İkinci Dünya Savaşı sırasında orduya alınmayı bekleyen işsiz bir adamın günlüğü formatında yazılmış ve bu genç adamın eşi, ailesi, arkadaşları ve etrafındakilerle ilişkisini anlatıyor. Klasik anlamda bir olay örgüsüne sahip olmayan roman felsefi düşünceler ve diyaloglarla sıradan günlük notların birlikte kullanıldığı bir içeriğe sahip ve “boşlukta sallanan” bir adamın Bellow’a özgü bir biçimde etrafına “yabancılaşma”sını ve “bunalım”ını aktarıyor okuyucuya.

Çalıştığı seyahat ajansındaki işinden askere çağrıldığı için ayrılan ama tamamlanmayan bürokratik işlemler nedeni ile işsiz bir şekilde 7 aydır süren bir bekleme sürecine giren Joseph adında genç bir adam günlüğü tutan kişi. Yazarın ikinci kitabı “The Victim – Kurban” ile birlikte onun çıraklık dönemi eserlerinden biri kabul edilen romanda içinde bulunduğu ruh durumunu ”Beklemekten başka çare yok; sallantıda, boşlukta, ruhsal çöküntüyle boğularak beklemek. Giderek çürüdüğüm gözle görülür bir hâl aldı” cümleleri ile yazıya döken Joseph yedi ay süren beklemeyi sıkıntılı döneminin nedenlerinden sadece biri olarak açıklıyor. Gerçekten de kitap boyunca Joseph’in başta erkek kardeşi olmak üzere etrafındakilerin sürdürdükleri hayatlarla uyumsuzluğunu ve onların değerlerine uzaklığına tanık oluyoruz; hemen herkese ters davranıyor, eleştiriyor Joseph ve bir entelektüel olarak uyumsuzluğunun neden olduğu sıkıntıları yaşıyor. Kapaktaki -ne yazık ki kime ait olduğu belirtilmemiş olan- resimde bir kitap yığını önünde, bir eli yanağında, düşünceli bir şekilde yerde oturan bir adam olarak resmedilmiş Joseph ve romanda da sıkıntılı yalnızlığı içinde ama bunalımının nedeni net olarak belirtilmemiş bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Yirmi yedi yaşında olan Joseph önceden radikal sol örgütler içinde bulunmuş, şimdi “sosyal demokrat” fikirleri olan bir adam ama şimdi nerede ise genel bir inançsızlık içinde olduğu da söylenebilir. Tam bir başarılı Amerikalı iş adamı profilinde olan abisi ve onun kendisini küçümseyen eşi ve kızının değerlerini aşağılayan ama onlar tarafından da aşağılanan birisi Joseph.

Saul Bellow’un kendisi ile özdeşleşen kara mizaha başvurmadığı kitabın baş karakteri; hayatın anlamı, değerli ya da boş fikirler, insanın varoluşu ve özgürlük gibi kavramlar üzerinden bazen günlüğündeki notlara yansıttığı düşünceler bazen de yine günlüğündeki iç diyaloglar üzerinden kendi bunalımını paylaşıyor bizimle. İlginç bir şekilde, kitabın sonunda özgürlüğünü yitirdiğinde (kitaptaki son not sivil olarak geçirdiği son güne ait) bunu bir rahatlama nedeni olarak görüyor Joseph, bu kavram üzerinde onca düşünmüş ve yazmış olmasına rağmen: “Artık kendimden sorumlu değilim; buna çok memnunum. Başkalarının ellerindeyim artık, kendi kendimden kurtulmuş, özgürlüğüm elimden alınmış durumdayım. Yaşasın düzenli günler, saatler! Ve ruhun zaferi! Yaşasın düzen, disiplin!” Bu cümleleri özgürlüğün reddinden çok, belirsizlikten ve anlamsızlıktan kurtulmanın ve karar alma / inisiyatif kullanma zorunluluğundan muaf olmanın sağladığı bir “özgürlük” olarak değerlendirmek gerekiyor.

İnsanın başkaları ile yaşamak dışında bir alternatifinin olmadığı ama diğer yandan başkaları ile mutlu ve uyumlu bir şekilde yaşamasının da imkânsız olduğu bir dünyanın yükünü sırtında hisseden Joseph’in bu günlüğü her ne kadar roman olarak sınıflanmış olsa da bu türün özelliklerini pek taşımayan bir kitap. Karanlık havası, özellikle sevilesi bir karakter olmayan kahramanı ve bilinen anlamda bir olay örgüsüne sahip olmaktan çok, düşünceler üzerinden ilerleyen yapısı ile “kolay okunan” türden bir kitap değil bu; ama arada kalmışlık, uyumsuzluk ve belirsizlik üzerine yazılmış ilginç bir eser kesinlikle.

(“Dangling Man”)