L’Heure de la Sortie – Sébastien Marnier (2018)

“Beni çıldırtmaya çalışıyorlar. Çok tehlikeliler. Bay Capadis’nin yaptığının aynısını yapmamı istiyorlar”

İntihara teşebbüs eden bir lise öğretmenin yerine geçici olarak atanan bir yedek öğretmenin, sınıfındaki altı parlak ama tuhaf davranan öğrenci nedeni ile yaşadıklarının hikâyesi.

Fransa’da 1977’den beri 18 ile 30 yaş arasındaki yazarların basılmamış romanlarına verilen En İyi İlk Roman ödülünü 2002’de kazanan ve filmle aynı ismi taşıyan Christophe Dufossé romanından uyarlanan bir sinema yapıtı. Yönetmenliği de üstlenen Sébastien Marnier’in, senaryosunu Elise Griffon ile birlikte yazdığı film öğrencilerinin gizemli davranışları karşısında önce korkuya kapılan, ardından da dehşete düşen bir adamın ne olup bittiğini öğrenme çabasını gizemli bir havayı hep koruyarak anlatan ilginç bir çalışma. Bilgilerinin, entelektüel düzeylerinin ve öngörülerinin ağırlığı altında dünyanın geleceği ile ilgili bir aksiyon alma telaşındaki altı lise öğrencisi ile henüz hayatta kendi yerini tam bulamamış ve tanık olduğu gizemli olayların sırrını çözmeye çalışan genç öğretmenin mücadelesini -hikâyenin tümüne yayılamasa da- merak duygusunu hep ayakta tutarak anlatan film başroldeki Laurent Lafitte’in performansının da katkısı ile kendisini sonuna kadar ilgi ile seyrettiriyor. Yeterince ve kalıcılığı sağlayacak bir güce sahip değil belki ama yine de keyifli bir çalışma bu.

Hikâye ilerledikçe nedenini anlayacağımız bir şekilde parlak bir güneşin görüntüsü ile açılıyor film. Bu görüntüyü ve güneşin sıcaklığını zaman zaman bir şekilde karşımıza çıkaran film çevreci temasını ve dünyanın geleceği ile ilgili kehanetini (altı parlak ve tuhaf öğrenciden birinin ifadesi ile söylersek “Artık çok geç. Gelecek diye bir şey yok artık. Siz gerçekle yüzleşmek istemiyorsunuz”) gizemli bir hikâye üzerinden anlatarak seyircinin mesajına erişimini kolaylaştırma yolunu seçen ve bu yolla da hedefini tutturan bir eser. Baş karakterini ve hep onunla birlikte hareket etmesini sağladığı seyirciyi birkaç kez aldatarak boşa düşüren film gerek karakterlerini gerekse hikâyesini çok sıkı bir gerilim filminin gerektireceği güçte oluşturamamış görünüyor ve bu nedenle de hep bir eksiklik duygusu ile seyretmenize neden oluyor tanığı olduğunuz olayları ama bu eksiklik filmi görmeye bir engel oluşturmamalı kesinlikle.

Okuldaki diğer öğrencilerin nefret ettiği ve hatta sözlü ve fiziksel olarak sataştığı, farklıklarını ister istemez bir kibirli davranışa da dönüştüren altı genç birey var karşımızda. Hikâyenin başında dersin ortasında pencereden atlayan öğretmenlerinin bu eylemine sınıftaki diğer öğrenciler dehşete kapılarak tepki verirken, bu altı genç yüzlerindeki donuk ifade ile karşılıyorlar olanı. Onların tuhaflığı ile bu ilk tanışmamız bir bilim kurgu hikâyesinde karşılaşacağınız türden karakterleri hatırlatıyor bize ve daha sonra göreceklerimiz bu karakterlere bir gizemli tarikatın üyesi havası da katıyor. Final bizi bambaşka bir yere götürse de, hikâye yarattığı soru işaretleri üzerinden genellikle aksamadan ilerliyor ve bizi de baş karakteri olan öğretmenin macerasına ortak ediyor. 40 yaşındaki bu öğretmen o yaşta hâlâ yedek öğretmen olarak çalışıyor olmanın ezikliğini yaşayan, bir yandan Kafka üzerine yazdığı tezle uğraşırken bir yandan da aşk hayatındaki boşluğun sıkıntılarını çeken bir adam ve karşılaştığı güç mesele ile mücadeleye de -bir tuhalık olduğuna ikna edemediği diğerlerin yardımını alamadan- devam ediyor. Eşcinsel olan öğretmen eskiden sevgilisi olan ve şimdi çocuğunun annesi olan kadınla yan evde yaşayan adamın hayatında bıraktığı boşluğu dolduramamıştır henüz ve filmin birkaç farklı karakteri gibi yaralı bir bireydir.

Seyirciyi gerçeğe hâkimiyet açısından hikâyenin kahramanı ile hep eşit düzeyde tutan film böylelikle onun duyguları ile paralel tutuyor seyircinkileri de ve bu da filmin gizem ve merak unsurunu canlı tutuyor. Buna karşılık, kimi öğelerin yeterince olgun bir biçimde ele alınamamış olduğunu da söylemek gerekiyor. Örneğin öğretmene gelen sessiz telefonların sahibi olan kişinin kimliği ortaya çıktığında verdiği tepki bir parça zorlama ve hatta aptalca görünüyor. Benzer şekilde öğretmenin bir kâbusundaki zombileri hatırlatan görüntüler de doğru bir tercih olmamış. Öğretmenin sinirlerinin yavaş yavaş bozulmasını, Laurent Lafitte’in oyunculuğunun da katkısı ile başarılı bir biçimde bize geçirebilen filmin bu tür problemlere sahip olması onun daha güçlü bir etkiye sahip olmasına da engel olmuş.

Romain Carcanade’ın başarılı görüntü çalışması ile sıcağı, nemi ve yaklaşan felaketi hissettirdiği filmde Etienne Jaumet ve Cosmic Neman’dan oluşan Fransız elektropop ikilisi Zombie Zombie’nin sade ve bir korku hikâyesi ile de uyum sağlayacak ilgi çekici müziği de dikkat çekiyor. 1980’li yılların synthesizer ağırlıklı korku filmleri müziklerine bir selam gönderen ve bir film müziğinin olması gerektiği biçimde, kendisini öne çıkarmadan ve eşlik ettiği sahnenin atmosferini destekleyecek biçimde kullanılan bu çalışmanın da katkısı ile Sébastien Marnier’in bu ikinci uzun metrajlı çalışması rahatsız edici olmayı başarıyor kesinlikle. Öğretmenin Kafka üzerine tez yazıyor olmasının karşılığını sadece evindeki böceklerle değil, asıl olarak adamı tıpkı Kafka’nın kendilerini gerçeküstü olaylarla karşı karşıya bulan ve yaşadıkları ile yalnız başına mücadele eden kahramanları gibi konumlandırması ile de üreten film, kendi kendini yok eden ve bunu umursamaz bir şekilde seyreden dünyaya bir uyarı da olarak ilgiyi hak ediyor.

(“School’s Out” – “Okul Çıkışı”)