Dzma – Thierry Grenade / Téona Grenade (2014)

“Küçük Datunam, sevgili kardeşim, hepimizin en zekisi, en yeteneklisi, en iyisi”

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan eden ama ekonomik çöküş ve ayrılıkçı çatışmalarla boğuşan Gürcistan’da genç bir adamın, on yaşındaki yetenekli piyanist kardeşini etraflarındaki kaostan korumaya çalışırken tehlikeli işlere bulaşmasının hikâyesi.

Karı koca sinemacı Fransız Thierry Grenade ve Gürcistanlı eşi Téona Grenade’in birlikte yönettikleri bir Fransa ve Gürcistan ortak yapımı. Senaryosunu Téona Grenade ve Dato Chubinishvili’nin yazdığı film bağımsızlığın henüz ilan edildiği günlerde başkent Tiflis’teki bir sokak çevresinde yaşananları anlatıyor ve kaosun, suçun, yoksulluğun ve belirsizliklerin hüküm sürdüğü bir ortamda kardeşliğin ve sanatın sağaltıcı gücünü anlatıyor bize. İki genç oyuncusunun başarısı, yeni dünya karşısında şaşkınlığa ve yılgınlığa kapılan eski dünyanın karakterlerinin hüznünü başarı ile sergilemesi ve umudu ayakta tutması ile ilgiyi hak eden bir film bu. İlk yarısında daha başarılı olan filmin hikâyesi ikinci yarısında bu başarının biraz gerisine düşüyor ve hikâye tahminlere uygun ilerliyor ama yine de görülmeyi hak eden bir sinema eseri bu.

Her iki yönetmenin de ilk uzun metrajlı filmi olan çalışma her türden kaçakçılığın en önemli ekonomik faaliyetlerden biri olduğu, suç çetelerinin birbirleri ile sokak ortasında çatıştığı ve milliyetçi duyguların dorukta olduğu kaos ortamında hayatın bir şekilde aktığını anlatıyor. Üç kişilik bir aile var hikâyenin temelinde: Anne ve iki oğlu. Erkek kardeşler arasında insanın yüreğini ısıtan bir sevgi ve arkadaşlık var ve abi (Giorgi) küçük kardeşine (Datuna) tam anlamı ile kol kanat germiş durumda. Olağanüstü bir müzik yeteneği olan küçük kardeş karmaşanın ortasında bile müzik dersi almayı sürdürmekte ve gerçek bir piyanonun özlemini duymaktadır. Film temel olarak bir yandan abinin etrafındaki suç ortamının çekiciliğine kapılmasını, bir yandan da küçük oğlan üzerinden sanatın bu ortamdan kaçış araçlarından biri olmasını anlatıyor. Açılıştaki polis anonsuna benzeyen seslerin kapanış jeneriğinde yerini piyanoya bırakması da bu bağlamda filmin hikâyesinin bir özeti olarak değerlendirilebilir.

Tek çekimle gerçekleştirilen müthiş açılış sahnesi filme çok parlak bir giriş sağlıyor. Olan bitenin şaşkınlığını ve mutsuzluğunu yaşayan yaşlı insanlar, sokaktan bağımsızlık sloganları ve bayraklarla geçenler ve bir evden gelen piyano sesi. Sahne boyunca yavaşça kayan kamera bu sesin geldiği pencereye doğru yaklaşıyor ve sevimli bir oğlan çocuğu olan piyanist Datuna’yı görüyoruz. Onun üzerinden sanat hikâyenin mesajının da en önemli ögesi oluyor. Datuna’dan dinlediğimiz müzik eserleri (kendisi de yetenekli bir piyanist olan ve Datuna’yı canlandıran Zuka Tsirekidze çalıyor piyanoyu) ve yine onun pikabından dinlediği besteler (Glenn Gould’un müthiş yorumlarının plak kayıtları bunlar) değil sadece hikâyenin sanat yönünü oluşturan. Giorgi’nin arkadaşlarından birinin kız kardeşinin oynadığı Romeo ve Juliet oyununu büyülenmiş gibi seyredenler ve Giorgi’nin sinema merakı da ölümün sıklıkla uğradığı bir “çıkmaz” sokağın gerçeklerine karşı bir alternatifin ve umudun sembolü oluyorlar. Ne var ki Giorgi’nin sinema tutkusu yeterince iyi işlenemediğinden iz bırakamıyor ve hatta unutulup gidiyor hikâyede bir yere bağlanmadan. Genç adamın, annesini Luchino Visconti başyapıtı “Rocco e i Suoi Fratelli – Düşman Kardeşler”deki bir karaktere (kim olduğu belirtilmese de Visconti’nin filmindeki ailenin annesini canlandıran Katina Paxinou kastediliyor olsa gerek) benzetmesi veya bir sahnede oyuncak tabanca ile Martin Scorsese’in “Taxi Driver – Taksi Şoförü” filminde Robert De Niro’nun canlandırdığı baş karakteri taklit etmesi nedense bir yere bağlanmıyor. Oysa bir Visconti filmine göndermede bulunan bir karakterin sinema tutkusu ve merakına sıradan bir izleyiciye göre çok daha fazla sahip olduğu açık ve bu boşta bırakma / unutma durumu onun göndermelerini anlamsız kılıyor ve ne hikâyeye ne de karakterine bir katkı sağlıyor bu durum.

Yönetmenlerin sokağı ve orayı gözetlemek / izlemek için çıkılan pencereleri etkileyici biçimde kullandığı film sık sık kulağımıza gelen silah ve eylem seslerini, çocukların satıp para kazanmak için kovan toplamalarını ve nereden geldiği belli olmayan keskin nişancı ateşini de iyi değerlendiriyor gerekli atmosferi yaratmak için. Buna karşılık filmin en önemli dönüm noktalarından biri (Giorgi’nin suça bulaşması) yeterince ikna edici değil ve örneğin sonlardaki kendini sorgulama sahnesinin sağlayacağı bir türden içerikle de desteklenmiyor. Küçüğün piyano ile uzanabileceği umut dolu bir hayatı ona sağlayabilmek için mi yoksa aynı zamanda paranın, silahın ve gençliğin ateşinin etkisi ile mi bu yola sapıldığı belirsiz kalıyor. Senaryonun bir noktadan sonra hangi yönde ilerleyeceğini fazlası ile belli etmesi filmin sorunlarından bir diğeri. Küçük oğlan üzerinde derin bir travma yaratan bir olayın neden olduğu olumsuzluğun çözümü ise zarif bir anlatımla ve akıllı bir buluşla çok daha iyi aktarılıyor. Başta son görüntüler olmak üzere tüm final bölümü de hem görselliği hem de içeriği ile çok etkileyici ve sevginin, kardeşliğin, dayanışmanın ve güzelliklerin nasıl mucizeler yaratabileceğinin de çok güzel bir kanıtı.

İki farklı yönü işaret eden iki kardeşi anlatan film yaşlı karakterleri üzerinden bir dünyanın yok oluşuna da işaret ediyor ve bunun sağladığı melankoliyi de hikâyenin ana duygularından biri yapıyor. Müziğin, kitapların ve güven duygusunun yerini o sırada almakta olanların neden olduğu karmaşa, kayıp duygusu ve tedirginliği zarif bir şekilde anlatan hikâyesi ile ilgiyi hak eden bu film sanat ile zorbalığı karşı karşıya getiriyor ve seyirciye umut veriyor.

(“Notre Enfance à Tbilissi” – “Brother” – “Kardeşim”)