The President’s Analyst – Theodore J. Flicker (1967)

“Mantık bizim tarafımızda: Bu, birbirine zıt iki ideoloji veya farklı ekonomik sistemler arasındaki bir dünyayı ele geçirme mücadelesi değil. Her geçen gün senin ülken daha sosyalist olurken, benimki daha kapitalist oluyor. Çok yakında ortada bir yerde buluşacağız ve birlikte çalışmaya başlayacağız. Hayır, sevgili doktorcuğum; iltica edeceksiniz çünkü yaşamak istiyorsunuz”

ABD başkanının psikiyatristliğine getirilen bir doktorun işin stresinden bunalmasının ve başkandan dinlediği sırlar nedeni ile peşine düşen yabancı ülkelerin istihbarat servislerinden kaçmasının hikâyesi.

Theodore J. Flicker’ın yazdığı ve yönettiği bir ABD yapımı. Bilim kurgu öğeleri de barındıran bu “politik taşlama” gişede pek başarılı olamamışsa da hem kimi ilginç özellikleri nedeni ile o dönemde eleştirmenlerden genellikle olumlu değerlendirmeler almış hem de daha sonra 1960’ların kayda değer çalışmalarından biri olarak sinema tarihinde bir yer bulmuştu kendisine. Başroldeki James Coburn’ün aksiyon ve komediye yakışan oyunu ile dikkat çektiği film çekildiği dönemin gündemindeki farklı pek çok konuya el atmasından da kaynaklanan bir dağınıklığa sahip ama bir yandan filmin serbest havasına yakışıyor da bu dağınıklık. 1960’ların havasını yoğun biçimde taşıyan çalışma kimi zaman epey eğlendiren, her anında yeterince güçlü görünmeyen ama dinamik anlatımı ve hızlı ilerleyen hikâyesi ile hiç sıkmayan bir sinema eseri.

James Coburn 1966’da “Our Man Flint” ve 1967’de “In Like Flint” adını taşıyan filmlerde James Bond’dan esinlenen Derek Flint adında bir karakteri canlandırmıştı. Burada da yine komedi ve aksiyonu bir araya getiren Coburn’un bu önceki iki filmi bizde de epey ilgi görmüştü seyirciden. İşte bu ilgi nedeni ile, “The President’s Analyst” Türkiye’de gösterime girerken dağıtımcılar filme oldukça ilgisiz ve hatta arsız bir şekilde “Flint Dönüyor” adını vermişler; oysa Flint karakteri ile hiçbir ilgisi yok bu filmin ve bir ajan olan Flint’in akisne psikiyatrist olan başka bir karakterin hikâyesini anlatıyor bu çalışma. Bu tuhaflık bir yana, Coburn o iki filmdeki performansını buraya da taşımış ve casusluk filmleri ve bilim kurgu ile dalgasını geçen ama bir yandan da hükümetlere ve ideolojilere (özellikle de kapitalizme) sert eleştiriler getiren bu filmin baş sürükleyici öğesi olmayı başarmış.

Lalo Schifrin’in caz esinitili ve sesini oldukça çok ve sık duyuran müziğinin eşlik ettiği hikâyenin açılış sahnesi filmin hem biçimsel açıdan hem de içerik olarak ne anlatacağını bize çok iyi özetliyor. Oldukça uzaktaki bir gökdelenin tepesindeki Amerikan bayrağına zum yapmış olan kamera daha sonra hızlı bir şekilde uzaklaşıyor bayraktan ve New York caddelerinde işlenen bir cinayetin canlı tanığı yapıyor bizi. Bu sahnede kameranın konumu bir “gözetleme” aracı olarak tanımlıyor onu ve o kameranın gözünden olan biteni izleyen seyirciyi. Ardından kahramanımızı önce bir psikiyatristin koltuğunda uzanırken, daha sonra ise rolünü değiştirip onun koltuğuna uzanmış hastalarına terapi yaparken görüyoruz. Siyah hastasının çocukluğunda yaşadığı bir aşağılanmayı (zenci kelimesi ile kendisine yapılan hakaretin neden olduğu travmayı ve bunun sonucu olarak içinde biriken nefretin az önce tanığı olduğumuz cinayete kadar uzanan izi ile birlikte) paylaştığı terapi sahnesindeki mizah filmin tonunu söylerken bize, aynı zamanda karakterimizin hikâye boyunca yaşayacaklarının da özeti oluyor bir bakıma.

Psikiyatristin ülkesinin ve dünyanın dertlerinden bunalan başkanın, etrafından olmayan birisi ile konuşma ve içini dökme ihtiyacını giderecek bir doktor arayışının sonucu olarak sınavdan geçirildiğini anlıyoruz hikâye ilerleyince ve başta mutluluk ve gururla karşıladığı yeni iş teklifinin başına ne işler açacağına da tanık olmaya başlıyoruz keyifle. Filmin başında FBR ve CEA adlı iki kuruma onayları ve iş birlikleri için teşekkür ediyor yapımcılar; hemen anlaşılacağı gibi FBI ve CIA’e gönderme olarak seçilmiş bu isimler. Aslında her iki kurumun adı filmin çekimleri sırasında gerçek halleri ile kullanılmış ama daha sonra yapımcı şirkete gelen baskı üzerine isimler değiştirilmiş ve hatta diyaloglarda geçen FBI ve CIA ifadeleri de dublajda değiştirilmek zorunda kalınmış. Bu iki kurumla ama özellikle de FBI ile sıkı bir şekilde dalgasını geçiyor film ki o tarihte bu kurumun başında J. Edgar Hoover’ın, nerede ise başkan kadar güçlü birinin, olduğu düşünülürse bu eleştiri takdiri hak ediyor. FBR (yani FBI) başkanının adı olarak tpkı Hoover gibi bir elektrikli süpürge markasının seçilmesinden bu karakterin sert, soğuk, vahşi ve acımasız bir şekilde çizilmesine kadar uzanan eleştiriler bunlar ve filmin kimi mizahının da kaynağı oluyorlar.

Hareketli bir kameradan çıkan ve beşi görüntü yönetmenliği ve biri de görsel efektler dalında olmak üzere altı kez Oscar’a aday olan (ama hiç kazanamayan) William A. Fraker’a ait olan görüntü çalışması sık sık zumlara başvururken bu hareketlilik mizahın da kaynaklarından biri oluyor James Coburn’ün uygun performansının da katkısı ile. Acil çağrılar için psikiyatristimizi göreve çağıran kırmızı ışık, FBR ve CEA arasındaki çekişme, yabancı istihbaratın kahramanımızı ele geçirme çabaları ve özellikle her birinin bir diğerini sıra ile yok ettiği sahne ve kahramanımızın can korkusu nedeni ile oluşan paranoyası gibi unsurlarla mizahını tüm hikâyeye yaymaya çalışan filmde sadece FBI ve CIA değil eleştirinin kapsamına giren. Telefon şirketi üzerinden dünyayı yöneten dev şirketlere, ABD’deki silah sahibi olma alışkanlığına, liberallere ve muhafazakârlara ve gizli dinleme kültürüne pek çok konu hikâye boyunca ve çoğunlukla eleştirinin yanında mizah unsurları ile birlikte karşımıza çıkıyor.

Kimi görsel oyunlara da başvuran film burada inişli çıkışlı bir başarı yakalamış. Örneğin Amerikan ve Rus ajanlarının konuştuları bir sahnede üzerlerindeki kıyafetlerin ve mekanın sürekli değişmesi hayli ilginç ve komik görünürken, Coburn’un bir yürüyüşü esnasında görüntüsünün köprü görüntüsü ile üst üste bindirilmesi pek bir anlam ifade etmiyor. Rus casusu terapi yolu ile çözerek kendi tarafına çeken kahramanımızın peşindekilerden kaçısı sırasındaki kimi duraklardaki maceraları da benzer bir durum gösteriyor: Örneğin bir hippi müzik grubu ile yapılan yolculuk, kendi içinde eğlenceli olsa da ve kahramanımız sevişirken onu öldürmeye çalışan ajanların birbirini yok etmesi gibi hayli eğlenceli bir sahne içerse de hikâye ile çok ilgili değil ve daha çok o dönem gündemde olan bir unsuru (hippilik) hikâyeye yedirerek dikkat çekme çabasının aracı gibi duruyor. Buna karşılık liberal aile ile yapılan yolculuk hem hikâyenin ruhuna uygun bir içeriğe sahip hem de eleştirel mizahı ile önemli bir bölüm.

CIA ajanı rolündeki Godfrey Cambridge ve Rus ajanını canlandıran Severn Darden’ın başarılı performanslarından da destek alan bu taşlama sorgulayıcı ve eleştirel tavrı ile dikkat çeken ve belki yeterince olmasa da güldüren bir çalışma olarak ilgiyi hak ediyor.

(“Flint Dönüyor”)