“Devrim? Silahlar sustuğunda, ölüler gömüldüğünde ve politikacılar yönetime geçtiklerinde, tek bir sonuç olur: Kaybedilmiş bir dava”
Texaslı bir zenginin Meksikalı devrimcilerin kaçırdığını söylediği karısını kurtarmaları için tuttuğu dört adamın hikâyesi.
Frank O’Rourke’un “A Mule for the Marquesa” adlı romanından Richard Brooks’un uyarladığı ve yönettiği bir ABD yapımı. Yönetmen, Uyarlama Senaryo ve Görüntü Yönetmenliği dallarında Oscar’a aday gösterilen film zengin kadrosundan güç alan, western’in kalıplarının dışına çıkarak devrimi (ve devrimcileri) de odağına alan, klasik Amerikan sinemasından beklenecek sağlamlıkta bir film. Ne var ki bu sağlamlığını üzerinden geçen elli üç yıldan sonra yeterince koruyamadığını ve filmin bir parça eskimiş göründüğünü kabul etmek gerek. Yine de, eskiyen sinema diline rağmen yıldız oyuncuları, son bölümlerinde biraz boşa düşse de iyi işleyen temposu ve devrimi kavram olarak da işleyebilmesi ile kesinlikle ilgiyi hak eden bir klasik bu film.
Filmdeki devrimcilerden biri peşlerine düşen dört adamla konuşurken şu ifadeleri kullanıyor devrim, devrimciler, beklentiler ve hayal kırıklıkları için, diğerlerinin (dört adamdan ikisi farklı nedenlerle devrimilerin yanında yer almıştır bir süre) eski devrimci günlerine göndermede bulunarak: “Devrim büyük bir aşk ilişkisi gibidir. Başlangıçta kadın bir tanrıçadır. Bir kutsal amaç. Ama… her aşkın korkunç bir düşmanı vardır: Zaman. Onu olduğu gibi görmeye başlarız. Devrim bir tanrıça değil, bir fahişedir. Ne saftı ne bir azize ne de mükemmel. Kaçarız, başka bir âşık, başka bir amaç buluruz. Aşksız bir şehvet. Şefkat içermeyen bir tutku. Aşk olmadan, amaç olmadan biz bir… hiçiz. Kalırız çünkü inanırız. Terk ederiz çünkü hayal kırıklığına uğramışızdır. Geri döneriz çünkü kaybolmuşuzdur. Ölürüz çünkü kendimizi adamışızdır”. Hikâye de bedeli ne olursa olsun kendilerini devrime adayanlarla, devrim için her şeyi yapmaya hazır olanları (“Eğer o para sayesinde devrimi bir gün bile daha fazla sürdürebileceksek çalarım da, aldatırım da, fahişelik de yaparım. Ne gerekiyorsa yaparım!”) ve gerçek bir parçası ol(a)madıkları için devrimcileri bırakanları anlatıyor bir bakıma; ama sonuçta bir western bu ve işini profesyonel bir şekilde yapmaya çalışan dört adamın kötülerle (ya da kötü olduğunu düşündükleri ile) çatışmalarını anlatıyor. Doğal olarak da devrimci bir hikâye değil elbette seyrettiğimiz ama yine de ortalama bir Amerikan western’inden çok daha farklı bakıyor olan bitene. Lee Marvin ve Burt Lancaster’ın canlandırdığı karakterlerin eski eylemciliklerini hem devrime katılmaları hem de ayrılmaları açısından gerçekçi kılıyor film ve finali ile de takdiri hak ediyor.
Meksikalı devrimciler Emiliano Zapata ve Pancho Villa’nın Mexico City’e girdiği dönemde geçiyor hikâye; Texaslı zengin ve kibirli bir adam dört kişiyi tutar Meksikalı “haydut”ların kaçırdığı ve kendisi de Meksikalı olan karısını geri getirmeleri için. Hikâye kabaca iki bölümde anlatılıyor: 4 adamın kadına ulaşma ve onu kurtarma çabaları ile peşlerine düşen Meksikalılardan kurtulma mücadeleleri. Baştaki bir parça özensiz ve savruk görünen tanıtım bölümünde önce Lee Marvin (iyi bir silahşör ve lider), Robert Ryan (atlar konusunda uzman ve becerikli bir adam) ve Woody Strode’u (gruptaki tek siyah olan bu adam güçlü ve iyi bir okçu) tanıyoruz, ardından da Burt Lancaster’ı (kadınlara fazlası ile düşkün bir dinamitle patlatma uzmanı). Zengin Texaslı yüklü bir ücret ödeyecektir onlara işleri karşılığında. İş çok tehlikeli ama ücret çok iyidir ve bu dört adam da birer “profesyonel” olarak işi yapmaya kararlıdırlar. Adının da (kaynak romana göre çok daha uygun bir isim olmuş bu) vurguladığı gibi hikâye profesyonellik kavramı üzerinde geziniyor sık sık ve finalinin de bir örneği olduğu gibi bu kavramla duyguların ve etik olanın çatışmasını da anlatıyor bir bakıma. Bunu elbette bir Hollywood filminin sınırları içinde yapıyor ama yine de hikâyenin önemli yanlarından biri olarak filme değer katıyor.
Dört kişinin bir ekip olarak işleyişini iyi bir biçimde işleyen ve aralarından birini yakalayan Meksikalıları alt ettikleri bölümde bunun parlak bir örneğini veren film karakterlerinden birini bir hayli ihmal etmiş görünüyor. Robert Ryan’ın canlandırdığı Ehrengard karakteri birtakım zayıflıkları ile gündeme getirilse de bunlar hem silik kalıyor hem de karakterin kendisi hikâyede nerede ise hiçbir işlev taşımıyor. Buna karşılık diğer üç karakterin resimleri bir western hikâyesine yakışan bir şekilde çizilmiş ve işlevsellikleri dikkat çekiyor. Maurice Jarre’ın etkileyici müziğinin ve Conrad L. Hall’un özellikle çölde geçen sahnelerdeki etkileyici ve tozu ve sıcağı çok iyi yansıtan görüntülerinin renk kattığı film üç karakter (Meksikalı devrimci komutan, kaçırılan kadın ve Burt Lancaster’ın oynadığı Dolworth) arasında geçen eğlenceli ve heyecanlı bölüm ve dört adamın kadını kaçırmak için Meksikalıların karargâhlarını bastıkları sahne gibi etkileyici anları olan, aksiyona -derinliği ne olursa olsun- bir entelektüel boyut da katmayı deneyen ve bunu bir ölçüde de başaran bir çalışma olarak ilgiyi hak ediyor. Claudia Cardinale’nin kendisine biçilen “seksî Latin güzel” rolünün hakkını verdiği filmde Meksikalı komutanı oynayan Jack Palance sağlam ve klasik havalı performansı ile göz dolduruyor. Özetle, iyi anlatılmış ve sağlam bir western klasiği bu film.
(“Profesyoneller”)