“Tanrım, oğlan komünist, babası cenazeci! Annesi de cüzzamlılarla mı ilgileniyor peki?”
Roma’da yaşayan veya orayı ziyaret edenlerin yaşadıkları komik ve romantik olayların hikâyesi.
Woody Allen’ın şehirlere adanan hikâyelerinden kendisine Roma’yı konu alan ve A.B.D., İspanya ve İtalya ortak yapımı olarak çekilen, 2012 yapımı filmi. Tüm karakterlerini peş peşe tanıttığı hafif ve eğlenceli giriş sahnelerinden sonra hep bu şekilde ilerleyen, Roma (ve İtalya) hakkındaki klişe fikirlerden bolca ve yine eğlenceli biçimde yararlanan bu çalışma bundan daha öteye de gidemeyen bir çalışma. Altı yıl aradan sonra Allen’ın oyuncu olarak da yer aldığı film dört farklı hikâye anlatıyor bize ve hiç çakıştırmadığı ve birbirinden bağımsız olarak ilerleyen bu hikâyelerde derinlere hiç inmeden hafif havası ile ilgiyi ayakta tutmaya çalışıyor ve başarıyor da açıkçası, ama Allen’dan -haklı olarak- daha fazla beklentisi olanları yeterince tatmin etmekte de zorlanıyor açıkçası. Diyalogları tipik Allenvari içerikteler ve güldürüyorlar (veya gülümsetiyorlar) ama bir şekilde daha önce işitilmiş duygusunu da yaratıyorlar.
Amerikan, İtalyan ve İspanyol oyuncularla dolu zengin ve başarılı bir kadro, Roma’nın turistik yerlerini de ihmal etmeyen “sıcak” görüntüler ve Allen’ın aşina olduğumuz kaleminden çıkan eğlenceli diyaloglar… Domenico Modugno’nun sesinden dinlediğimiz “Nel Blu Dipinto di Blu (Volare)” adlı şarkı ile açılan ve kapanış jeneriği ile birlikte aynı şarkının enstrümantal bir yorumunu dinlediğimiz film, kendi canlandırdığı da dahil olmak üzere tipik Allen karakterlerini getiriyor karşımıza dört farklı hikâye ile. Bir Amerikalı turist kız ile bir İtalyan mimarın içine ailelerinin de katıldığı hikâyeleri, yıllar önce yaşadığı Roma’ya şimdi bir turist olarak gelen bir mimar adamın kendisi gibi Amerikalı genç bir mimarlık öğrencisi ile karşılaşması ve ona aşk hayatı ile ilgili akıl verirken yaşananlar, küçük bir kentten zengin akrabalarının yanında çalışmak için Roma’ya gelen genç bir İtalyan çiftin başına gelenler ve birdenbire ve nedenini anlayamadığı bir şekilde kendisini ünlü biri olarak bulan sıradan bir İtalyan memurun değişen hayatı… Bu hikâyeleri romantik komedi diyebileceğimiz, hatta hayli edepli cinsinden bir seks komedisi olarak da nitelenebilecek bir tarzda anlatıyor Allen bize. Her hikâyenin içinde bir aşk ve seks unsuru bir şekilde yer buluyor kendisine ve 1970’lerin seks komedilerini hatırlatan hikâyeler eğlendiriyor seyirciyi. Ne var ki daha fazlasını bekliyorsunuz Allen’dan ve pek de karşılanmıyor bu beklenti açıkçası.
Darius Khondji Roma’dan şehrin sarı rengine yakışan sıcak renklerin eşlik ettiği güzel görüntüler yakalamış ve bu “seks komedisi”ni hayli estetik kılmış. Kamera Trevi Çeşmesi’nden İspanyol Merdivenleri’ne ve Kolezyum’a turistik noktaları sık sık getirirken karşımıza filmin kusurlarından birini de söylüyor bize: Roma veya İtalyan olmakla ilgili klişe ne varsa hepsine bir şekilde uğruyor Allen. Evet, tüm bunları estetiği yüksek ve eğlenceli bir şekilde yapıyor ama Allen’dan bir şehire aşkla ithaf edilen bir film için o şehirle ilgili kendisine özgü yeni şeyler bekliyorsunuz ve işte bunu bulamıyorsunuz. Baş karakterlerden birinin komünist olmasından o karakterin anne ve babasının “tipik İtalyan” özelliklerine veya İtalyanların eğlenceli ve hayli hareketli bir şekilde konuşmalarına kadar ne geliyorsa aklınıza hepsi burada. Hatta ünlü tenor Fabio Armiliato’nun canlandırdığı -ve sadece duştayken bile olsa- müthiş aryalar söyleyen sıradan bir İtalyan karakter bile var filmde. Özellikle İtalyan karakterlerin tamamı sanki 1970’li yıllarda çekilmiş ve romantizme ve cinselliğe göz kırpan İtalyan komedilerinden fırlamış gibi. Bunu ille de olumsuz bir anlamda almak gerekmiyor elbette; sonuçta eğleniyorsunuz ama yeterince orijinal değiller beklentinizin aksine.
Tüm karakterler Allen’ın kaleminden çıktığı çok açık olan diyalogları ile filme ilgiyi ayakta tutuyorlar hikâye boyunca. Yukarıda belirtildiği gibi klişe anların içinde olsalar da Allen’ın kıvrak kalemi onları seyirci için (özellikle ille de orijinallik peşinde olmayanlar için) çekici kılmaya yetiyor. Onları seyrederken sanki Allen karakterlerin her birine kendi kişiğilinden bir parça katmış gibi hissediyorsunuz; espriler, tepkiler, romantik sözler vs. hep Allen’ın sinemadaki karakterlerinden biri konuşuyor gibi düşünmenize yol açıyor. Bu olumlu bir durum ama hikâyelerin yeterince güçlü olmaması ve sanki Allen’ın yeterince olgunlaştıramadığı (ya da belki buna gerek duymadığı) bir senaryo ile çalışmış görünmesi zarar veriyor filme sonuç olarak. Hikâyelerden birinin (Amerikalı mimar ve Roma’da karşılaştığı genç mimar arasında geçenleri anlatan) diğerleri kadar eğlenceli veya ilginç olmadığını ve filmin genelindeki zorlama anların pek çoğunun burada yer aldığını da söyleyelim. Sıradan memurun hikâyesi ise oyuncusunun performansı ile ayakta duruyor ve adeta Allen’ın kendisine hemen hiç malzeme vermediği Roberto Benigni kendisini fazla gösterişli bir şova zorlamak durumunda kalıyor.
Zengin bir oyuncu kadrosunun çekicilik sağladığı, gereğinden fazla hafif ve gereğinden fazla tanıdık gelen bir hikâyesi olan filmin adının iddia ettiğinin aksine Roma’yı yücelttiğini söylemek de zor. Bir yıl önce çektiği “Midnight in Paris – Paris’te Geceyarısı” filminde Paris için yapabildiğini bu filmde Roma için yapamamış Woody Allen sonuç olarak. Yine de kusurlarına rağmen, eğlendiriyor ve hiç yormuyor seyircisini ve belki tam da bu hafifliği nedeni ile ilgiyi hak ediyor.
(“Roma’ya Sevgilerle”)