“Yangın söndürücü boş, durum göstergeleri ve jireskop bozuk. Yedek durum göstergeleri de bozuk. Bir haftadır böyle uçuyoruz”
Pilotluğunu yaptığı hava yolları şirketinin uçuş güvenliğini ciddi olarak tehlikeye sokan uygulamalarına karşı çıkan bir adamın gerçek hikâyesi.
Arjantin sinemasının son yıllardaki örneklerinin favori temalarından biri geçmişle hesaplaşma olsa gerek. Askeri yönetim dönemindeki kayıplar ve işkenceler ile günümüze kadar süren hesaplaşmasının ülkemize de örnek olmasını dilediğimiz bu ülkenin sineması da son yıllarda bu konuyu sık sık gündemde tutuyor. Bu film ise askeri dönemin bitişinden sonra meydana gelen bir uçak kazası ile sonuçlanan hikâyesini anlatırken, finalde olaya karışmış insanların görüntülerini ve konuşmalarını da perdeye taşıyarak maliyet düşürme diye yola çıkılan ve pahalı gördükleri güvenlik tedbirlerinin vahim bir şekilde ihmal edilmesine uzanan şirket politikalarını ve buna göz yuman sivil ve askeri kurumların girift yoz ilişkilerini net bir şekilde sergiliyor.
Filmin yönetmeni, senaristlerinden biri ve baş oyuncusu olan Enrique Piñeyro kendi gerçek hikâyesini anlatırken konunun çarpıcılığına kapılmayan nötr bir anlatımı tercih etmiş. “Şirket büyüdükçe hosteslerin etek boylarını kısaltan” ucuz havayolu şirketlerinden birinde pilot olarak çalışan Piñeyro güvenlikle ilgili problemleri sürekli gündeme getirmeye, uçuş güvenliğinin yetersiz olduğuna inandığı durumlarda uçmayı reddetmeye çalışıyor ama bir yandan vahşi kapitalizm diğer yandan yozlaşma/suistimal/rüşvet ağı onun bu çabalarını boşa çıkarıyor ve başını da derde sokuyor. Film boyunca uçakların güvenliğinin nasıl ihmal edildiğini görünce bir sonraki ilk uçak seyahatinizi içinizde ciddi bir tedirginlik ile yapacağınız kesin. Piñeyro sondaki görüntüler ile hem filmin hesaplaşma dozunu artırıyor hem de filme bir belgesel havası katıyor. Sondaki bu görüntülerde yer alan şirket yetkilileri ve denetim sorumlularının konuşmaları bugün cunta döneminde yaptıklarının arkasında duran askerlerin konuşmalarından hiç de farklı değil.
Yönetmenin uçmaya ve pilotluğa derin bir sevgi gösterdiğini açıkça gösteren çekimler bir bakıma onun sevdiği bir işi yaparken duyduğu hayal kırıklığını ve düştüğü dehşeti daha açık görmemizi sağlıyor ama filmin etki gücünü düşüren ciddi başka bir problemi var. Kahramanımızın çocukluk dönemindeki aşkı ile ilgili bölümlerin -bugüne bağlanıyor olsa da- hikâyede yeri yok ve filme gereksiz bir nostalji veya romantik dram havası getiriyor. Oysa film modern toplumlarda kapitalizmin ve iktidarı ellerinde tutan güçlerin tek tek bireylerin hayatını nasıl hiçe sayabildiğini göstermek gibi bir işe ve üstelik başarılı bir şekilde soyunmuş durumda. Her ne kadar bu çocukluk dönemi sahnelerinin çocukluğun masumiyetinin toplumun normları ile nasıl da yetişkinliğin hayal kırıklığına dönüştüğünü gösterdiği söylenebilecek olsa da sonuçta filmi asıl havasından uzaklaştıran gereksiz ve yetersiz bölümler olarak kalmışlar. Piñeyro’nun oyunculuğu ise filmin diğer tüm oyuncuların tarzından oldukça farklı ve sanki kendisine filme uygun bir yüz ifadesi takınmış ve tüm film boyunca bunu hiç değiştirmemiş gibi görünüyor.
Sinemanın artistik veya teknik yönlerinden çok sosyal alandaki önemi açısından değer taşıyan ve finali oldukça iyi bağlanmış olan bir film. Egemenlerin elindeki halkın zavallılığının sinemadaki bir başka örneği.