“Grafitici olmak için şans kovalayacaksın, risk alacaksın… mesela bütün çekişmelerin riskini; polisten, kendi annenden, arkadaşlarından gelecek riskleri. Bütün bunları göze alacaksın”
1980’li yılların başında New York’taki grafiticilerin ve hip-hop kültürünün hikâyesi.
Grafiti sanatçısı Fred Braithwaite’in bir fikrinden yola çıkan Charlie Ahearn’in yazdığı ve yönettiği bir ABD yapımı. Afrika, Karayipler ve Latin kökenli Amerikalıların New York’un Bronx bölgesinde yarattığı bir kültür ve sanat hareketi olan hip-hop’un ve onun geniş kitlelelerce en bilinen ögesi olan hip-hop türü müziğin (rap adı ile de bilinen müzik türü bu) temsilcilerinin 1982’deki resmini karşımıza getiren film belgesel havası ağır basan bir dram. Hikâyenin belgesel yanı sadece içeriğinden değil (bilinen anlamda bir hikâyesi yok filmin ve Ahearn kamerasını gerçek mekânlarda dolaştırıyor sürekli olarak), aynı zamanda oyuncuların hemen tümünün kendi gerçek hayatlarından anları canlandırmasından da kaynaklanıyor. Filmde epey önemli bir yer tutan müzik ve konser bölümlerinde karşımıza ilgili müzik türünün temsilcilerinin canlı performansları ile çıkmasının da desteklediği bir belgesel havası bu ve film biraz da bu nedenle bugün bir kült olarak kabul ediliyor hip-hop müziğin hayranları tarafından.
Gerçek hayatta da ünlü bir grafitici olan Porto Rikolu sanatçı Lee Quiñones’in canlandırdığı ve Zoro lakabı ile de bilinen Raymond karakteri üzerinden dönemin Bronx’undan ilginç ve gerçek bir resim getiriyor karşımıza film. Soundtrack’i ile birlikte hip-hop kültürünün en eksiksiz portresi olarak kabul edilen çalışma klasik anlamda bir dram veya belgesel beklenmeden seyredilmesi gereken bir eser. Belgesel tarzı çok ağır bassa da, sonuçta kurgulanmış bir “hikâye” seyrettiğimiz ama tüm karakterler kendi hayatlarını hemen aynen canlandırdıkları için hikâyenin kurgusal ögeleri de gerçekçiliğin içinde -olması gereken bir şekilde- kayboluyor.
Filmin yapım koşullarının da -hikâyenin ruhuna uygun olarak- sağladığı bir “ucuz” havası var eserin. Özel bir sinema dili yok seyrettiğimizin, Charlie Ahearn bir yönetmenden çok bir kameraman olarak hareket ediyor ve oyunculuklar da oldukça vasat. Açılış jeneriğindeki animasyon da parlak renkleri ve basitliği ile 1970 sonlarının havasını yansıtırken bu ucuzluğu destekliyor. Ahearn’in yönetmenliğin yanında yapımcılığı ve senaristliği de üstlendiği filminde oyuncuların performansı çok parlak değil ve bazıları doğaçlama olan diyaloglarını donuk bir şekilde konuşuyorlar (Zoro’nun asker ağabeyi ile tartışma sahnesi örneğin, hem oyunculuklar hem de diyaloglar açısından bu durumun tam bir örneği ama filmin değeri açısından çok da bir önemi yok tüm bunların. Belki bugün bir kült olmasına katkı sağladığını bile söyleyebileceğimiz bu durum bir süre sonra seyrettiğimizin önemi karşısında yok oluyor açıkçası ve bir kültürün gerçek yaratıcıları ve temsilcilerini izlemenin ve kültürel tarihteki bir dönüm noktasına tanık olmanın heyecanını yaşamaya başlıyorsunuz. Filmin baş karakterinin tarzından adını alan film grafiti sanatçıları ve hip-hop müzisyenleri üzerinden her iki sanatın örneklerinin yaratılış sürecinin parçası yapıyor sizi, arkalarındaki tarihsel ve kültürel birikimini değilse bile güncel dönemin karakteristiklerini sergileyerek.
Grafitinin özgürlükle birlikte var olabilen bir sanat olduğunu anlamamızı sağlıyor Zoro karakteri. Bir sahnede kendisine bir müzenin isteği doğrultusunda bez üzerine grafiti yapanlardan bahsedildiğinde şöyle diyor: “Grafiti bezde olmaz. Trene, duvara yapılır. Anlatacak bir şeyleri yok onların”. Gerçekten de örnekleri film boyunca özellikle binaların dış duvarları ve tren vagonlarının iç ve dış cephelerinde karşımıza çıkan bu sanatın eserlerinin ve yaratıcılarının “dışarıda” olması gerektiğini anlıyorsunuz. Özellikle vagonlar hem geniş dış yüzeyleri hem de hareketli olmalarının eserleri şehrin dört bir yanına taşıması nedeni ile ideal bir tuval oluyor bu ressamlar için. Bir yaşam ve kendini ifade etme biçimi olan grafitinin toplu olarak yaratıldığını gördüğümüz sahneler de bu sanatın bir topluluk ruhunun oluşmasına katkı sağladığını gösteriyor. Yine Zoro’nun gittiği bir partide (burjuva beyaz Amerikalıların katıldığı bir partidir bu) grafiti için sipariş alması ise sadece bu sanatın değil, tüm bir hip-hop kültürünün ve özellikle müziğinin ticarileşme ve ruhunu yitirme tartışmalarını hatırlatıyor. Charlie Ahearn bu tartışma konusunu filmin ana unsurlarından biri yapmıyor (ve zaten birkaç şarkı sözü dışında film doğrudan “politik” olmaya da soyunmuyor hiç) filminin ve kültürü oluşturan ortamı daha çok karakterler üzerinden göstermeyi yeğliyor.
Hip-hop severler için kuşkusuz çok çekici bir soundtrack’i var filmin. Türün en yaratıcı isimlerinin şarkılarını onların canlı performanslarından izliyor ve dinliyor olmak filme kült statüsünü kazandıran yanlarından biri elbette. Tüm bir final bölümü veya iki farklı grubun bireylerinin tek tek karşılıklı olarak kafiyeli sözlerle atıştığı bölüm (rekabetleri daha sonra bir basket maçı ile devam ediyor) gibi çok parlak anlara sahip film bu alanda ve kulaklar için gerçek bir ziyafet sunuyor. Bu atışma bölümündeki sözlerin de bir örneği olduğu gibi şarkıların sözlerinin hemen tamamen söyleyenin kimliği, egosu, istekleri, yetenekleri vs. ya da seks ve müzik ile ilgili olması hip-hop’un aynı zamanda bir kimlik kartı olduğunun da göstergesi ve bireysel kimliğin bu derece önde olması atışmaların da doğal bir kaynağı olsa gerek. Benzer şekilde grafiti de bir kimlik olarak çıkıyor ortaya: Zoro ile röportaj yapmak için gelen Village Voice dergisi muhabirinin sokaktaki çocuklara “Grafiti sanatçılarını arıyorum” cümlesine tüm çocukların “Hepimiz grafiti sanatçısıyız” tepkisini vermesi de bu durumun bir başka kanıtı. Bireysel olanın dışında, karakterlerin toplumsal kimlikleri ise daha çok yaşadıkları ortam üzerinden anlatılıyor: Yıkık dökük evler, kirli sokaklar, çöpler vs.
Müzik, dans (break dans) ve grafiti arasındaki ilişkileri gösteren, bu sokak sanatlarının zamanla ticarileşme tehlikesini de meseleleri arasına koyan ve bir dönemi yapay olarak yaratmak yerine onun gerçek hâlini olduğu gibi göstermeyi tercih eden ilginç bir film bu ve hip-hop severlerin hayranı oldukları türün parlak örneklerini ve sokaktaki gerçek yaratıcılarını görebilmeleri için çok iyi bir fırsat. Tam bir “sokak sanatı” filmi!