Windprints – David Wicht (1990)

“Yerlilere göre, Tanrı Namibya’yı öfkeli olduğu bir gün yaratmış”

Henüz bağımsızlığına kavuşmadığı ve Güney Afrika’nın yönetimi altında olduğu yıllarda Namibya’da sadece kendisi gibi siyahları öldüren bir yerli ve peşindeki Güney Afrikalı beyaz bir kameramanın hikâyesi.

Asıl olarak televizyon için yapmcı olarak çalışan David Wicht’in ilk ve tek yönetmenliği. Senaryonun temel sorumlusu da olan Wicht’in bu çalışması hemen her açıdan vasat bir düzeyde kalan ve John Hurt ve Sean Bean gibi iki yetenekli oyuncunun da senaryonun hayli yüzeysel olması nedeni ile kendilerini gösteremedikleri bir film.

Açılış jenerikleri öncesinde yazılı olarak görüntüye getirilen kısa notlarla Namibya’nın tarihini seyirciye aktaran film gizemli bir “seri katilin” hikâyesini anlatmaya soyunuyor sonrasında. Çok az kişinin gördüğü ve bir türlü yakalanamadığı için yerli halk arasında bir efsaneye dönüşen adamın bu hikâyesini film ne yazık ki ne bir efsanenin hak ettiği epik boyutlarla, ne de hikayenin potansiyel olarak sahip olduğu aksiyon veya politik boyutları ile tatmin edecek bir şekilde anlatabiliyor. Senaryo en azından bu alanlardan (politika, ırkçılık, mit, gerilim vs.) herhangi birine konsantre olabilse belki ortaya keyifli bir çalışma çıkabilirdi ama bu hali ile film hemen her açıdan yetersiz kelimesi ile özetlenebilecek bir sonuca sahip olmuş. Filmin elle tutulur bir şekilde dile getirebildiği tek husus gazeteci olmakla tanık olunan olayda taraf olmak arasındaki çatışmayı gündeme getirebilmek olmuş. Açılışta siyah olan bir gazeteci arkadaşı tarafından sadece gözlemekle yetinmek ve olayların arkasındaki gerçekleri deşmemekle eleştirilen gazetecinin hikaye boyunca düştüğü ikilem ve finaldeki son görüntüleri (özellikle açılışta tanık olduğumuz, yerli efsanenin su içme sahnesinin benzerini bu kez gazeteci ile tekrarlaması ile dikkat çekiyor film) bu tartışmalı konuda seyirciyi de düşünmeye sevk edebilecek bir yaklaşım getirmiş filme. Kameramanın takındığı tutum ile birlikte çalıştığı ve olaylara bulaşmama prensibi ile işini yapan tecrübeli gazetecinin (John Hurt) tutumu arasındaki farklılık dikkat çekiyor burada.

Senaryonun içeriği nedeni ile ikinci planda bir rolü olan ve bu rolün içini doldurabilmek için gerekli malzeme kendisine sağlanmamış olan John Hurt silik bir oyun veriyor doğal olarak. Kameramanı canlandıran Sean Bean ise işini yapıyor açıkçası ama filmin sık sık sıradana dönüşen atmosferinden o da payını alıyor. Politik, sosyolojik ve ekonomik boyutları olan ve gerçek bir Namibyalı karakterden esinlenen hikâye seyirciyi bir türlü avucunun içine alamamasının sıkıntılarını yaşayan ve televizyon dizisi havasındaki mizanseni ile vasat bir filme kaynaklık etmiş ne yazık ki. Yine de en büyük kötüklerden biri olan ırkçılığın bir zamanlar nasıl devletlerin ve halkların genlerine yerleşmiş olduğunu gösteren kimi sahneleri ile ilgi çekebilir. Elbette bu kötülüğün aslında yok olmadığını da unutmadan izlemeli.

(“Rüzgarın İzleri”)

(Visited 87 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir