“Şimdi hem bir kanun adamı hem bir kanun kaçağı olacak; her iki dünyanın da en iyisi.”
“Vahşi Batı”nın ünlü kanun adamı Wyatt Earp’ün hayat hikâyesi.
Amerikan sinemasından bir epik film denemesi. Wyatt Earp’ün hayatını anlatan bu üç saatlik film gösterişli kadrosuna ve Amerikan sinemasının ve televizyonun defalarca gündemine girmiş çok ünlü bir ismi konu almasına karşın hayli vasat sularda gezen bir çalışma ve amaçladığı epik öğelere de pek ulaşamamış. Ne kadrodaki ünlü isimler ne de Earp’ün epik hayatı filmi sağlam bir düzeye çıkarmaya yetmiş ve hayli uzun gelen üç saatten sonra geriye hemen sadece Owen Roizman’ın görüntülerinin kalmasının da işaret ettiği gibi bir yarım başarı olmanın da gerisine düşmüş film.
1993 ve 1994 yıllarında, Wyat Earp’ün hayatını anlatan iki film birden gösterime girdi Amerikan sinemalarında. Biri Lawrence Kasdan’ın yönettiği bu çalışma, diğeri ise George P. Cosmatos’un “Tombstone” adlı filmiydi. İşin daha da ilginç tarafı, burada Wyatt Earp rolünü oynayan Kevin Costner’ın aslında önce diğer filmle ilgilenmesi ama senaryonun karakterine yeterince ağırlık vermediğini düşünerek, yapımcıları arasında olduğu bu film için çalışmaya başlaması olmuş. Sonuç hem ticari hem sanatsal açıdan pek de başarılı olmamış ne var ki. Gişede bütçesinin yarısını bile toplayamayan film en iyileri ödüllendirdiğini iddia eden Oscar’ın alternatifi olarak en kötülere verilen Razzie ödüllerine de En Kötü Film ve Yönetmen dallarında aday olurken, Costner’ın kendisi de En Kötü Oyuncu olarak bu ödülü kazanmış! Üstelik Costner, o dönemde sinema endüstrisindeki gücünü kullanarak kendi filmine rakip gördüğü “Tombstone” filminin ana dağıtım firmaları tarafından dağıtılmamasını da sağlamış. Amerikan sinemasının Earp’ü ve onun da dahil olduğu ve “Gunfight at the O.K. Corral” olarak bilinen çatışmayı konu alan ve aralarında John Ford’un “My Darling Clementine” ve John Sturges’ın “Gunfight at the O.K. Corral” gibi parlak örnekleri ile kıyaslanabilecek bir çalışma değil bu ve ilgili tarihi kişiliğin sinemadaki hikâyesine tanıklık etmek için de sinema düzeyi nedeni ile doğru bir tercih değil.
Ünlü isimlerle dolu bir kadronun (Kevin Costner, Dennis Quaid, Gene Hackman, Isabella Rossellini vs.) varlığı, hiç kazanamasa da sekiz kez Oscar’a aday olmuş James Newton Howard’ın filmin erişmeye çalıştığı epik havayı destekleyen müziği ve yönetmen Lawrence Kasdan’ın ilk iki sahnedeki görkemli bir hikâyeyi müjdeleyen mizanseni ile aslında umut veren bir giriş yapıyor film. Ne var ki gerisi gelmiyor ve başlangıçta altı saatlik bir mini-dizi olarak düşünülen film her şeyi anlatmaya soyunan ama bir türlü sinemasal bir çekicilik yaratamadığı için nadir anlarda ilgiyi üzerine çekebilen bir eser olmaktan kurtulamıyor. Filmi seyrederken zaman zaman şunu düşünüyorsunuz: Altı saatlik dizi çekilmiş ve bundan üç saatlik bir film çıkarılmış sonra. Bunu düşünmenizin temel nedeni ise hikâyedeki boşluklar değil, ortalama bir film süresinin kaldırabileceğinden çok faha fazla şey anlatmaya soyunulması. Kasdan’ın, Dan Gordon ile birlikte yazdığı senaryonun bir kusuru da Earp ailesi üzerinden “ailenin, erkek olmanın ve silahşör olmanın” -belki kendisi de pek farkında olmadan- bir kutsamasını da yapması. Aya veya havai fişeklerle dolu bir gökyüzüne doğru tutulan silah görüntüleri ya da Earp kardeşlerin eşlerinin haklı itirazlarına rağmen Wyatt Earp’ün aile üzerindeki otoritesini kullanarak neden oldukları bir eleştiri hatta nötr bir yaklaşımla değil, aksine destekleyen bir yaklaşımla getiriliyor karşımıza örneğin.
Filmin anlamsız kartpostal görüntülerine başvursa da (örneğin gün batımında ilerleyen kafile görüntüsü çok gereksiz ve yapay, bir yatak sahnesinde pencereye doğru hareket eden kameranın gösterdiği yağmakta olan kar çok klişe vs.) başarılı olan ve Oscar’a da aday olan görüntülerinin örtemediği bir başka husus da Kevin Costner. Filmin bir kısmında karakteri için fazla genç, bir kısmında ise fazla yaşlı görünen oyuncu oldukça vasat bir performans veriyor ve filmin hedeflediği epik havanın yaratılmasına hemen hiç katkıda bulunamıyor. Gerek ona gerekse özellikle kadın oyunculara pek de yardımı olmayan diyaloglar da pek parlak değil ve filmi hayli zayıflatıyorlar. Senaryo ve Kasdan’ın bir parça ağır görünen standart mizanseni de oyunculara oyun alanı açmıyor pek. Yönetmenin, Wyatt Earp ile Batı’nın bir başka “kahraman”ı Doc Holliday arasındaki ilk karşılaşmadan da etkileyici bir ikili sahne çıkaramaması, onun buradaki yetersiz çalışmasının en bariz örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Bu kaçırılan fırsat, filmin tüm probleminin de özeti adeta. Gidilmek istenen yere gitmek için filmin senaryosundan yönetmenliğine ve oyunculuklarına, tüm öğeleri yetersiz kalmış görünüyor. Elle tutulur bir başarısı olan görüntüleri, bazıları (örneğin gece karanlığında bir tren istasyonunda gerçekleşen silahlı çatışma) hayli vasat çekilmiş olsa da çoğu aksiyon sahneleri ve ne olursa olsun yeter ki “Vahşi Batı”yı anlatsın diyenleri kesinlikle memnun edecek içeriği ile görülmesinde bir sakınca yok diye özetleyebiliriz.