Film Ekimi 2013 – 3

Sefertası (Dabba – The Lunchbox) – Ritesh Batra : Hindistan’da “Dabbawala” olarak adlandırılan insanlarca yıllardır ve nerede ise sıfır hata ile yürütülen bir süreçte yapılan bir hatanın birbirini hiç görmemiş iki insanın hayatlarına açtığı yeni pencereleri anlatan sıcak, romantik, eğlenceli ve kesinlikle başarılı bir film. Ülkenin büyük şehirlerinde her gün binlerce sefertası evlerden ve lokantalardan toplanıp işyerlerindeki çalışanlara dağıtılıyor ve yemekten sonra da geri toplanıyor bu süreçte. İşte bu dağıtım sırasında yapılan bir yanlışlık emekli olmak üzere olan dul bir adam ile kocasının ilgisizliğinden muzdarip genç bir kadın arasında sefertası içine bırakılan küçük notlar üzerinden ilerleyen bir yakınlığın doğmasına fırsat sağlıyor. Yönetmen Batra bu ilk uzun metrajlı filminde tam anlamı ile hedefini tutturmayı başarmış. Büyük şehirlerde yaşayan milyonlarca sıradan insandan ikisini çekip alıyor, yalın ve doğal bir hikâyenin kahramanı yapıyor ve bu iki karakterin etrafına yerleştirdiği yine sıradan ama tümü ilginç karakterlerle sıkı bir romatik drama imza atıyor. Özellikle emekli memurumuzun yerini almak üzere yanına gelen genç Shaikh karakteri kendi başına sıkı bir duygusal komedinin konusu olabilecek kadar ilginç ama başta iki baş kahramanımız ve sadece sesini duyduğumuz üst kattaki komşu olmak üzere tüm karakterleri canlı, eğlenceli ve gerçekçi kılmayı başarmış yönetmen kendi yazdığı senaryosu aracılığı ile. Çekiciliğinde Batra’nın senaryosu ve bu senaryoya uygun basit ama dokunaklı anlatımının en büyük paya sahip olduğu filmin sıcak ve keyifli bir mizah duygusu da var. Nerede ise tamaman dijital olan bir dünyada yazılı küçük notlar üzerinden doğan ve büyüyen, arkadaşlıktan aşka dönüşen bir ilişkinin sıcaklığından uzak durmak ve büyük şehirlerin onca yalnız ve mutsuz karakterlerinden ikisinin hayatlarında yakaladıkları son bir fırsattan en az onlar kadar keyif almamak imkânsız açıkçası. Belki film ikinci yarısında bir parça sarkıyor ve karşımızda yeni bir sinema dili, muhteşem yönetmenlik gösterileri yok ama ne gam! Bu filmin seyredene insanı yani kendisini hatırlatacak aurasından kesinlikle uzak durmamalı. Üç baş oyuncusunun şahane performansları da var üstelik.

Ömer (Omar) – Hany Abu-Assad : Filistin yapımı film İsrail işgali/kuşatması altındaki topraklarda yaşanan trajik bir hikâyeyi anlatıyor. İsrail’in inşa ettiği Batı Şeria duvarının tüm azameti ve yapaylığı ile hikâyeye nerede ise ayrı bir karakter olarak katıldığı bir eser karşımızdaki. Sürekli olarak tedirginlik, korku ve aşağılanma duyguları ile yaşayan ve bunun doğal ve haklı sonucu olarak özgürlük direnişçilerine dönüşen insanları bir aşkın etrafında topluyor hikâyemiz ve gerek dozunda duygusallığı gerekse yönetmenin yalın ama gerektiğinde dinamizme de başvuran anlatımı ile ilgi çekmeyi başarıyor. İşgal altındaki topraklarda geçen hikâye aşkı ihanet, sadakat ve kuşku ile yoğurmayı da başarıyor ve insanın hangi koşullar altında yaşarsa yaşasın mutlu olmak için çaba harcamaktan geri durmayacağını da kanıtlıyor. Evet, tüm o baskı, tutsaklık ve dayanılmaz yaşam koşullarına rağmen sokaklardaki reklam panoları (mutlu bir uyku için ideal yatağın reklamı gibi) aracılığı ile de vurgulandığı gibi umut ve aşk bir şekilde hep filizlenmeyi başarıyor o topraklarda da. Her biri direnişçiye dönüşen ve aralarında trajedinin göbeğindeki kahramanımızı canlandıran Adam Bakri’nin de olduğu üç çocukluk arkadaşını canlandıran oyuncuların tümünün ilk sinema filmi bu ve doğallıkları ile görevlerini başarı ile yerine getiriyorlar. Filmin tek tecrübeli oyuncusu İsrailli polis şefini oynayan Waleed Zuaiter ve Bakri ile birlikte filme damgasını vurmayı başarıyor oyunu ile. Mekanların doğallığının ayrı bir gerçekçilik kattığı filmin belki önemli tek bir kusuru var: Karakterlerin içinde bulunduğu koşullar sürekli seçim yapmaya, ihanet ile direnme arasında bazen de kalıcı olamayan tercihlere zorlarken melodrama kadar uzanan içeriği ile aşkın da hikâyeye bu kadar baskın bir şekilde katılmış olması. Yönetmenin kendisine ait olan senaryonun bu tercihi bir yandan ihanet, sadakat ve mücadelenin toplumsal boyutta olanının küçük ölçekli bir karşılığını üretiyor ve böylece karakterlerin sıkılmışlıklarını iyice vurgulamış oluyor ama öte yandan da mekan ve zamandan bağımsız olabilecek pek çok melodramatik öğesi ile bu aşk hikâyesi filmin odağını bozma ve hatta filmi yorma tehlikesi de taşıyor. Bu kusuruna rağmen filme adını veren Ömer karakterinin mitoloji kahramanlarını hatırlatan hikâyesi ile görülmeyi hak eden bir film.

(Visited 104 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir