“Nasıl kral oldun peki? işçileri sömürerek mi, toplumumuzdaki ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri sürekli muhafaza eden modası geçmiş emperyalist dogmaya sadık kalarak mı?”
Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri’nin Kutsal Kâseyi bulmak için çıktıkları yolculuğun Monty Python usulü hikâyesi.
Senaryosunu Graham Chapman, John Cleese, Eric Idle, Terry Gilliam, Terry Jones ve Michael Palin’in yazdığı, yönetmenliğini Terry Gilliam ve Terry Jones’un üstlendiği bir Birleşik Krallık yapımı. Senaryoyu yazan altı sanatçının oluşturduğu ünlü komedi topluluğu Monty Python’un altı sinema filminden ikincisi olan bu çalışma açılış jeneriğinden kapanış jeneriğine kadar hınzır, gerçeküstücü ve kesintisiz bir mizah gösterisi sunuyor ve kesinlikle görülmeyi hak ediyor. Düşük bir bütçe ile çekilen ve oyuncuların çoğunun birden fazla rolde göründüğü (Rekor 12 ayrı karakteri canlandıran Palin’e ait) film zekice yazılmış diyalogları; kendisi, karakterleri ve hatta seyirciyi de kapsayan alaycılığı ve ustalıklı kurgulanmış hikâyesi ile gerçek bir komedi şöleni.
BBC’de 1969 ile 1974 arasında yayınlanan “Monty Python’s Flying Circus” isimli ve skeçlerden oluşan komedi programı ile üne kavuşan grubun bu filmi daha açılış jeneriğinden başlayarak bağlıyor seyirciyi kendisine. Bozuk bir İngilizce ile İsveç alfabesine özgü karakterler de kullanılarak oluşturulan yazılar, jeneriklerdeki “Also” kelimesi (baş oyunculardan sonraki oyuncuları tanıtırken kullanılan ve “ayrıca” olarak çevirebileceğimiz kelime) ile dalga geçen ve “also also also”ya kadar uzanan ifadeler, bu jenerikteki hatalar için özür dileyen ve hem hataların sorumlusunun hem de onları işten atmaktan sorumlu olanların işten atıldığını belirten cümleler, jeneriğin birkaç kez tarz değiştirmesi ve her birine bu tarza uygun bir müziğin eşlik etmesi ve iki yönetmene (Gilliam ve Jones) ilave olarak, bulundukları ülkelerin isimleri ile anılan lamalar da (Güney Amerika’ya özgü bu hayvanların yaşadıkları ülkelerin isimleri anılırken Londra’nın Brixton semtinin de adı geçiyor çünkü bu semt Karayip kökenlilerin yoğun olarak yaşadığı bir bölge) ekleniyor yönetmen olarak. İşte jenerikteki bu yaklaşımını tüm hikâye boyunca sürdürüyor film ve M.S. 932 yılında Kral Arthur’un şövalyeleri ile birlikte Kutsal Kâse’yi bulmak için çıktıkları eğlenceli yolculuğu anlatıyor bize. Seyrettiğimiz ne bir kahramanlık hikâyesi ne de şövalyelerimiz birer cesur kahraman; aksine film her şeye yaptığı gibi onlara da alaycılıkla yaklaşıyor ve karşılarına hayli komik ve saçma engeller çıkan bu karakterleri tüm sersemlikleri ile birlikte gösteriyor bize.
Finansmanına Monty Python’un hayranı olan ünlü İngiliz müzik gruplarının da (Pink Floyd, Led Zeppelin ve Genesis) katkı sağladığı film düşük bütçesinin sonuçlarını da bir komedi unsuru yapmayı başaracak ladar zekîce yazılmış bir senaryoya sahip. Özellikle radyo oyunlarında at nalı sesini efektini yaratmak için başvurulan hindistan cevizi kabuklarını birbirine çarpma oyununu doğrudan ve göstererek kullanıyor film örneğin. At kiralamak için bütçe olmayınca filmin yaratıcıları şövalyelerin uşaklarının eline birer çift hindistan cevizi kabuğu tutuşturmuş ve onlar da at üzerinde gidermiş gibi yapan şövalyelerinin yanında bu kabukları birbirine çarparak at nalı seslerini üretmişler. Bir başka sahnede ise görkemli bir kale görüntüye girerken, uşaklardan biri “Bu sadece bir maket” diye sesleniyor. Bu son örneğin de gösterdiği gibi sinemasal gerçeklikle de ustalıkla ve gerçeküstücü bir yaklaşımla oynuyor ekip; çağdaş polisleri ve karakterleri doğrudan hikâyenin parçası yapmalarının bir örneği olduğu bu yaklaşım da filme epey keyif katıyor. Karakterlerden birinin krala “ama elinizdekiler hindistan cevizi” demesi beraberinde bir fizik, matematik, biyoloji ve coğrafya tartışmasını açıyor ki bu sahnedeki diyalogların parlaklığına hayran olmamak mümkün değil. Senaryo sadece bu bilim alanlarındaki tartışmalarla yetinmiyor ve kral ile onu tanımayan köylüler (kendilerini anarko-komünist olarak tanımlıyorlar) arasındaki sınıf, devlet şiddeti ve demokrasi tartışmasının da bir örneği olduğu gibi çağdaş dünyanın tartışma konularını da hikâyenin eğlenceli bir parçası yapıyorlar.
Dilin olanaklarını sonuna kadar ve parlak bir şekilde kullanarak ve kelime oyunlarından da yararlanarak kahkaha atmadan durulamayacak diyaloglar da yazmış grubun üyeleri. Örneğin cadı avı sahnesi tüm absürtlüğü ile birlikte çok eğlenceli olurken, bir kalenin surlarındaki Fransızın şövalyelere inanılmaz yaratıcılıktaki hakaretleri ve aşağılamaları dili ustalıkla kullanabilenlerin nasıl etkileyici ifadeler yazabileceğinin çarpıcı bir örneğini oluşturuyor.
Müzikal sahnelerinden animasyon kullanmaya kadar farklı teknik ve biçimlere de başvuran film kahramanlarının tüm sevimli sersemlikleri (“Truva atı”nın içine girmeyi unutmaları gibi) üzerinden kesinlikle katıksız gülme anları sergilerken, tarihî film ve romanların tüm klişeleri ile de pervasızca dalgasını geçiyor. “İffetli” şövalye Galahad’ın kendisini sadece kadınların yaşadığı bir kalede bulması sonucu yaşadıkları, feminen oğlunu evlendirmeye çalışan Sir Launcelot’un şatosunda geçen bölüm ve yine Launcelot’un oğlunun başına diktiği muhafızlarla yaşadığı talimat kargaşası, oyuncuların zaman zaman seyirci ile doğrudan konuşmaları ve hatta finalde polisin kameraya doğru yürüyerek “Yeter, artık çekme” demesi, “Aaaghh Kalesi” ve “Ni” şövalyeleri gibi her biri sıkı bir mizahın kaynağı olan ögeler ile film eğlenmek için ve bu eğlenceyi kabalıklarla değil inceliklerle ve zekîce buluşlarla elde etmek isteyenler için mutlaka görülmesi gerekli bir sinema eseri. Tek bir mizah denemesi bile aksamayan ve kolayca kaosa dönüşebilecek biçim ve içeriği ustaca kaynaştıran bu filmin finali biraz erken ve ani görünebilir ve bütçenin neden olduğu bu durum filmin genel başarısına pek uymuyor ama bunu bile mizahının bir parçası olarak algılamak mümkün. Sinema tarihinden başka bir film için daha söylenebilir mi bu bilmiyorum ama sadece açılış jeneriği için bile olsa görmeli bu müthiş komediyi.
(“Monty Python ve Kutsal Kâse”)