Ha Ha Ha – Hong Sang-Soo : Erkekler ve onların boş hayalleri, hikâyeleri anlatmak ve yaşamak üzerine yönetmenin daha önceki filmlerinin tarzında ve sürekli bir gülümseme ile seyredilen filmlerden. Aynı zamanlarda aynı yerde olan kahramanlarının bunun farkında olmadan birbirlerine anlattıkları ortak hikâyeleri güldüren değil gülümseten bir filme kaynaklık ediyor ve filmin şaşkın kahramanlarına hani nerede ise aşık ediyor sizi. Hafif üslupçu bir tavır ve alçak gönüllü doğal oyunculuklar filmi daha da cazip kılıyor.
La Noire De… – Ousmane Sembene : Afrika sinemasının ilk örneklerinden. Koloniler, ırkçılık, sömürge, üst-alt sınıf ilişkisi üzerine çarpıcı bir stil denemesi de içeren etkileyici bir film. Ezilenleri temsil eden kahramanımızın hiç konuşmadığı ve sadece iç sesini duyduğumuz film varlığından haberdar olmadığınız ama seyredince büyük keyif aldığınız o gizli mücevherlerden. Çarpıcı finali, bazılarının saygınlığı ve iktidarı ancak ezdiklerinin varlığı ile elde edebildiğini göstermesi ve beklenenin tersine güçlü olanın değil güçsüz olanın bireyselliğinin öne çıktığı anlatımı ile festivalin zirvelerinden biri oldu benim için.
(“Black Girl” – “Kara Kız”)
Les Bruit des Glaçons – Bertrand Blier : Usta Fransız bir sinemacıdan ancak Fransız sinemasından çıkabilecek bir film. İnsan kılığında hayatına giren kanseri ile baş etmeye çalışan adamın kimi zaman oldukça komik olan kara mizah tarzındaki hikâyesi riskli bir konuyu kurallara, normlara pek de takmadan anlatıyor. Jean Dujardin’in başarılı ve dinamik bir oyunculuk gösterdiği film kanser insan olsaydı herhalde bu olurdu dedirten tiplemesi ile sinir bozucu bir durumu getiriyor karşımıza. Bu durumu dengeleyen “aşırı iyi sonu” ve her hikâyeyi inandırıcılığın sınırları içinde anlatan Hollywood sinemasına inat tarzı ile ilginç bir film. Amaçladığı kadar değil ama yine de yaratıcı ve çarpıcı.
(“The Clink of Ice” – “Buz Sesi”)